
Biyopsi
Biyopsiler (Ultrason Eşliğinde)
Biyopsi Nedir?
Biyopsi, bir hastalığın tanısını koymak, ilerleyişini değerlendirmek veya tedaviye nasıl yanıt verdiğini izlemek amacıyla, vücuttan doku veya hücre örneği alınıp laboratuvarda incelenmesi işlemidir. Biyopsi, genellikle kanser, enfeksiyonlar, inflamasyon veya başka hastalıkların tespiti için kullanılır.
Biyopsi türleri arasında şunlar bulunur:
- İğne biyopsisi: İnce veya kalın bir iğne kullanılarak doku örneği alınır. En yaygın kullanılan biyopsi türüdür.
- Endoskopik biyopsi: Vücutta bir kamerayla (endoskop) iç organlara ulaşılır ve buradan doku örneği alınır. Özellikle mide, bağırsak gibi bölgelerde kullanılır.
- Cerrahi biyopsi: Genellikle daha büyük doku örnekleri almak gerektiğinde veya diğer yöntemlerle erişilemeyen alanlarda uygulanır. Ameliyatla doku çıkarılır.
Biyopsi, hastalığın kesin tanısının konmasına yardımcı olur ve tedavi sürecini yönlendiren önemli bir adımdır.
Hastanemizde Biyopsi Süreci
Hastanemizde, yeterli lokal anestezi uygulanarak ağrısız bir şekilde ultrason eşliğinde biyopsi yapılmaktadır. Hedeflenen noktadan hücre veya doku alınarak incelenir. İşlem son derece güvenlidir ve ağrısızdır. Sonuçlar en geç 1 hafta içinde çıkmakta, hastalar birebir aranarak bilgilendirilmektedir. Sonuçlar hastalara uzman doktor muayenesi ve yorumları ile birlikte teslim edilmektedir.
-Meme biyopsi
-Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsi
-Prostat biyopsi

Proloterapi
ULTRASON EŞLİĞİNDE PROLOTERAPİ
*Bel/boyun fıtığı *Kulunç ağrıları
*Diz ağrı ve kireçlenmesi *Topuk dikeni
*Omuz ağrı ve kireçlenmesi *Skolyoz
*Bel/boyun fıtıklarında ameliyatsız tedavi
*Migren ve baş ağrıları
FARKIMIZ: Görüntüleme eşliğinde nokta atış enjeksiyonları ve geniş hasta deneyimi
PROLOTERAPİ HAKKINDA
*Zayıflamış, hasar görmüş tendon, bağ ve eklemlerde doku yenileyici enjeksiyon tedavisidir.
*3-4 hafta aralıklarla 3-4 seans tedavi ile %70-90 başarı oranı
*Yan etkisi olmayan doğal bir tedavi süreci
*Her seans 10-30dk sürmekte, tedavis sonrası normal hayata devam edilebilmektedir.

Yeni Çağda Rinoplasti Anlayışı
Burun, asırlardan beri insanlarda yüzün ana odak noktalarından biri olagelmiştir. Öyle ki, asilzade sınıfında bazen soyluluğun temsili olarak “asil burnu; havalı burun”, gibi terimler ortaya çıkmış, günümüzde çoğunluğun tercih ettiği doğal görünümdeki burun yapısı köylü sınıfta rastlanır olmuştur.
Esasen toplumsal münasebetlerde çoğu kültürde konuşurken gözlere bakmak ve göz teması kurmak adettir. Ancak olağandışı şekil ve büyüklükteki burun yapısı, maalesef karşının dikkatini hiç istemeden de olsa bu anatomik yapıda toplayarak kimi zaman rahatsızlık verici tepkilere de yol açmaktadır. Estetik olarak esas gaye, burnun esas kozmetik yapısını sağlamak, ve dikkati yeniden gözlere kaydırmak olmalıdır.
Günümüzde burun ameliyatı, kapalı teknik, açık teknik ve bunların bileşimi olan kombine teknik şeklinde uygulanmaktadır. Kapalı teknikte iyileşme daha hızlı olmaktadır, ancak burun ucuna yönelik müdahaleler kısıtlı olarak gerçekleştirilebildiğinden dolayı sadece seçişmiş vakalara uygulanmaktadır. Açık teknikte tüm burun anatomisi ortaya konabilmekte iken, ameliyat sonrası doku toparlanması kapalı tekniğe göre biraz daha uzun sürmekte, burnun uç-altından yapılan minik bir kesi ile burun cildi sıyrıldığından dolayı bazı hastalar tarafından korkuyla karşılanmaktadır. Bu iki tekniğin karışımı olarak ortaya konulan kombine teknikte kapalı olarak başlayan burun estetik cerrahisine, burun alt kıkırdaklarını büyük oranda ortaya koyan başka bir kesi ilave edilmektedir, ancak bu teknik, maharet, uzun birikim, cerrahi tecrübe ve ameliyat ekibinin mükemmel uyumunu gerektirmektedir ve kullanılan ekipman nedeniyle finansal olarak pahalılık gösterebilmektedir.
Ameliyatlarda kullanılan cerrahi enstrümanlarda da geçmişe kıyasla büyük farklılıklar göze çarpmaktadır. Geçmişte kullanılan cerrahi aletler günümüze nazaran daha kaba-saba iken günümüzde daha nazik aletler, morarma, şişlik ve kanamayı engelleyen mikrocerrahi yöntemler ve elektrikli testere-törpü-piezzo teknolojileri kullanıma sunulmuştur. Tamamen hasta ve cerrah konforuna yönelik bu gelişmeler ışığında rinoplasti arenasında rekabet kızışmış, farklı kültür ve anlayışa sahip yabancı hastaları da dikkate alarak konuşşak bile herkes daha konforlu yöntemi tercih eder olmuştur. Yine de, her ne kadar “alet işler, el övünür”, deyişi geçerliliğini korusa da, aleti tutan maharetli bir el olduğunda mükemmele yakın sonuçlar elde edilmektedir.
Bir diğer konu, ameliyat sonrası dönemdeki konfor ve ağrısız süreçtir. Morarmanın az olduğu daha nazik ameliyat teknikleri, burun cerrahları arasında rekabet konusu olmuştur. Bu süreçte morluğun azalmasına yardımcı olan bazı ilaç takviyeleri ve soğuk uygulamayı kolaylaştıran teknik ekipman gündeme gelmiştir. Sonuçta, morluk oluşması biraz da anatomiyle ilgilidir ve kişiden kişiye değişmektedir. Dövüş sanatları müsabakalarında suratına darbe alan her sporcuda aynı tahribat nasıl görülmüyorsa, burun estetiği sonrasında da morluk ve şişlikler kişiden kişiye değişmektedir, bununla birlikte, yukarıda kısaca bahsettiğim gelişmeler sebebiyle bu sorunlar büyük ölçüde giderilmiştir.
Rinoplasti sonrasında burun bir hafta boyunca atel destekleriyle yeniden yapılanma sürecinde desteklenir. Bir hafta sonra bu destekler kontrol muayenesinde alınır. Desteklerin alınmasından sonra şişlik bir ay daha devam eder. Burnun büyük oranda şeklini kazanması 6-12 ayı bulur. Bu süreç, sabırlı olmayı gerektiren bir süreçtir; burun yapısı an be an değişim gösterip güzelleşmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer konu, uygulanan teknik, cerrah ya da hastadan bağımsız olarak burun ameliyatlarında %10 oranına ulaşabilen revizyon, yani yeniden cerrahi işlem yapılması gerekebileceğidir. Bu revizyon cerrahilerinin çok büyük oranı minik dokunuşlar tarzındadır. Yine de bazı hastalarda yeniden ameliyat gerekebilmektedir.
İlk defa burun cerrahisi ile tanışan her hekimin öğrendiği gibi, her burun ayrıdır ve farklıdır; kimi zaman dış görünüş itibarı ile “çok kolay bir ameliyat olacak”, diye nitelendirilen burunların ameliyatının uzun ve zor, “çok zor bir burun”, diye tanımlananların ise çok rahat ve adeta tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla sonuçlandırıldığı bilinen bir gerçektir.
Estetik burun cerrahisi yaptırma arzusunda olanların dikkat etmesi gereken bir diğer önemli nokta da, ameliyattan sonra nasıl olacakları, burunlarının nasıl görüneceği hakkında kesin bir bilginin var olmamasıdır. Bunu şu şekilde açıklamak mümkündür; ünlü rönesans heykeltraşlarının hedeflediği ve ortaya koydukları eser, mermeri yontarak vücuda getirilmiş ve asırla boyunca değişmeyerek günümüze kadar korunabilmişlerdir, ancak neticede mermer canlı bir organizma değildir. Burun ise, cilt, ciltaltı yağ dokusu, damarsal yapılar, kas tabakası, kıkırdak ve kemik yapıları ile yaşayan ve değişen bir organdır. Şu halde en gerçekçi yaklaşım, dürüstçe cerrahın hastasına yukarıdaki hususları izah etmesi, burun sırtının ve burun ucunun nasıl olacağının anahatlarıyla belirlenmesi ve özel bazı isteklerin ortaya konmasıdır. Bazen ameliyat isteyen hastanın istekleri örneğin “burun deliklerimin çok küçük olmasını arzuluyorum”, ise bu tıbbi gerçeklerle çatışabilir, çünkü burun deliklerini estetik anlamda çok küçültmek bazen nefes almayı imkansız hale getirir ki bu durumda çok güzel ama fonksiyon göremeyen bir burun yapısı ortaya çıkar; burada suç kesinlikle küçük burun deliğini arzulayan hastanın değildir.
Burun cerrahisinin en güzel tarafı “Yüzünde bir değişiklik var, ne olduğunu tam olarak anlayamadım ama çok değişmiş ve çok güzelleşmişsin”, yorumlarını biz cerrahlarla paylaşmasıdır. Amaçlanan esas sonuç, çok güzel ama abartılı olmayan bir burun yapısının ideal halde ve yüze uyumlu olarak ameliyatla ortaya konmasıdır. Abartılı olan her şey, aynı bir moda akımı gibi zaman içinde köhneleşecek ve belki de aynı hasta ikinci bir ameliyatla doğal burnuna kavuşmak isteyecektir.
Sağlıklı ve güzel günlerde beraber buluşmak dileklerimizi ileterek saygılarımızı sunarız.
Doç. Dr. Berk Gürpınar

Yoğun Bakım Ünitesinde Kritik Hasta Bakımı ve Temel İlkeleri Eğitimi
Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen Covit-19 salgını her geçen gün kritik hasta sayılarını da arttırmıştır. Bu artışlar hastanelerde kliniklerle birlikte yoğun bakımdaki iş yükünün de artmasına neden olmuştur. Bu süreçte özellikle yoğun bakım uzmanlık eğitimi almayan sağlık personelimiz için uygulama birliğinin sağlanması amacıyla Bakanlığımız tarafından alanında uzman hekimlerin katkısıyla Yoğun Bakım Ünitesinde Kritik Hasta Bakımı ve Temel İlkeleri eğitim modülü hazırlanmıştır. Ücretsiz olarak sunulan eğitimlere kamu, üniversite ve özel kurum ve kuruluşlarda görev alan tüm hekimler tanımlanmış olup katılımcıların Uzaktan Sağlık Eğitim Sistemi (USES) uses.saglik.gov.tr adresinden kayıt olmaları gerekmektedir.

PRP Nedir ?
Plateletten Zengin Plazma kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur. Plateletler (trombositler) doku tamirinde görev alan hücrelerdir. Plateletler, primer olarak hemostazdaki rolleri ile bilinen periferik kandaki küçük ve çekirdeksiz pulcuklardır. Son dönemlerde kas iskelet sistemi yaralanmaları tedavisinde uygulanmaya başlanmıştır. Plateletlerin içerdiği büyüme faktörleri ve biyoaktif proteinler iyileşme sürecinde önemli role sahiptirler. Yüksek yoğunluklu platelet enjeksiyonları ile kronik, iyileşmeyen kemik ve yumuşak doku yaralanmalarında iyileşmenin uyarılması sağlanmaktadır. . Genel anlamda lateral epikondilit gibi nispeten küçük lezyon alanlarına 3 ml PRP kulanılırken, rotator manşet, aşil tendonu gibi büyük alanlarda 5-6 ml PRP hazırlanarak uygulama yapılır.
Uygulama
Kanın %55 kırmızı hücrelerden , %45 de mezenkimal destek hücrelerinden oluşur.Plateletler %45 lik dilim içinde bulunurlar. Hastadan 10 cc kan alınır. 10 cc lık kan numunesi santrifüj edilerek kırmızı kan hücreleri dibe çöktürülür. Serum kısmı 10 cc lık bir enjektöre çekilir. Bu sıvı içinde çok fazla platelet ve ilerde değişmeye uygun dogurgan hücreler vardır. Bu hücreler tamir ve yenileme görevi göreceklerdir. Santrifüj sonrasında tam kan yer çekimine göre 3 katmana ayrılır: (1) plazma (üst katman) (2) plateletler ve lökositler (“buffy coat” olarak adlandırılan orta katman) ve (3) eritrositler (en alt katman). Diz içine verdiğimiz kısım 2 , orta katmandır.
Etkileri Nedir?
Kanda bulunan plateler için tarif edilen bütün görevler diz içinde de yerine getirilmeye çalışılır. İyileşme sürecine etkisi olduğu düşünülen büyüme faktörlerinin, lezyon yerine lokal olarak yayıldığında tendon ve kıkırdak doku yenilenmesini arttırıcı etkisi ile tedavide potansiyel olarak kullanılabileceği belirtilmektedir. Bir diğer önemli görevi içerdikleri bir takım büyüme faktörleri, sitokinler ve diğer biyoaktif etmenler ile yara iyileşmesini başlatması ve düzenlemesidirTeorik olarak ne kadar fazla tam kan alınırsa, o kadar yüksek konsantrasyonda platelet içeren PRP elde edilir.
Beklentileriniz:
Bir çırpıda dokularınızın yenileneceğini düşünmemelisiniz.Serum içindeki diger iyileştirici faktörler de devreye girer. Verilen serumdan dolayı ,örneğin diz içindeki ağrı yapıcı moleküllerin yoğunluğunun azalmasıyla ağrılarınız azalır. Faydalı hücrelerin etkisi uzun bir süreç içinde yavaş yavaş açığa çıkar.
Uzmanınız olarak benim görüsüm ;fayda gördüğünüzü düşündüğünüz takdirde 6-8 ayda bir tekrar edilebilir. Diğer tedaviler ile birlikte uygulandığında oldukça fayda görebilirsiniz.
Dr. Taşkın Ceyhan

Karnımızdaki Saklı Beyin
Sizin kaç beyniniz var? Cevabınız ‘bir’ ise doğru biliyorsunuz. Ancak bedenimizde başka sinir sistemleri de var. Bunlardan bir tanesinde sinir hücreleri ve sinirsel bağlantılar o kadar yoğun ki birçok bilim adamı bunu ‘ikinci beyin’ olarak adlandırır. Bu mide-bağırsak sinir sistemidir ve başımızda değil karnımızda yer alır. 1998 yılında Prof .Dr. M. Gershon’un ‘İkinci Beyin’ adlı kitabının yayınlanması ile bu konu dikkat çekici hale geldi.
İkinci beynimizde 500 milyon sinir hücresi vardır, yaklaşık 9 metre boyundadır ve yemek borusundan makata kadar uzanır. Bu organları kaplayan dokunun kılıfına yerleşmiştir. Beyin ve ikinci beyin arasındaki bağlantıyı vagus adı verilen beyinden başlayıp tüm sindirim sistemine uzanan bir sinir yolu ve nörotransmitter adı verilen aracı moleküller sağlar.
BEYİN
85 milyar sinir hücresi
100 nörotransmitter
Dopaminin % 50 si
Seratoninin % 5 i
Kandan beyine geçişte bariyer
İKİNCİ BEYİN
500 milyon sinir hücresi
40 nörotransmitter
Dopaminin % 50 si
Seratoninin % 95 i
Kandan beyine geçişte bariyer
Nasıl Çalışır?
İkinci beynimiz bağımsız olarak hareket eder, öğrenir, hatırlar hatta bağırsak duygularının oluşmasına neden olur. Karnımda kramplar oluşuyor, korkudan midem ağzıma geldi gibi tabirler tüm kültürlerde var ve bunlar karnımızdan gelen içsesin sonucudur. Bir güçlük aşıldığında ‘ göbeğimizin çatlaması’ , sevincin ‘göbek attırması’ açlıktan ‘karnın zil çalması’ gibi deyimler karnın duygularda ne kadar belirleyici kabul edilidiğinin göstergesidir.
Karnımızdaki beyin kafatasımızın içindekiyle birlikte hem ruhsal durumumuzu etkiliyor hem de bazı hastalıklarda önemli roller oynuyor. İkinci beynimiz düşünme ya da karar alma aşamasında çok etkili değil ancak sindirim sisteminin düzgün çalışması yiyeceklerin parçalanması, besinlerin emilmesi, atıkların çıkarılması gibi kimyasal ve mekanik- ritmik hareketlerin düzenlenmesini sağlar. İkinci beyin birinci beyinden bağımsız olarak mide ve bağırsak hareketlerini kontrol eder. Daha da fazlası duygu durumlarımızı ikinci beyinden birinci beyne ulaşan mesajlar düzenler. İki beyin arasındaki bağlantıyı sağlayan vagus siniri % 90 oranında bilgileri sindirim sisteminden beyine taşır. Bu ikinci beynin birinci beyine ne yapmasını söylemesi olarak kabul edilebilir.
İkinci beyninde birinci beyin gibi uyku saatleri vardır. Anormal uyku düzenine sahip kişilerde huzursuz bağırsak sendromu, ülsere bağlı olmayan mide ekşimeleri daha sıktır. Bağırsaklarda uyku saatleri birinci beyininki ile benzer şekilde olur, 90 dakikalık yavaş çalışma ve birincide olan hızlı göz hareketlerinin olduğu dönemde bağırsak hareketlerinde artma şeklindedir. Bu durum muhtelemen iki beynin birbirini etkilemesi sonucudur.
Nörotransmitterler
Sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan nörotransmitterler sadece kafamızdaki beyinde yoktur, baş kısmında beyini kontrol eden bir çok kimyasal , hormon ve nörotransmitter bağırsakta da vardır. Bu da bağırsaktaki beynin bağımsız davranmasını sağlamaktadır. Bu moleküllerini yapımında bağırsaktaki faydalı mikroplarda yer alır. Bunlardan en bilinenleri seratonin, dopamine ve opiatlardır. Seratonin bağırsaktaki sinir hücerlerinin iletişimini sağlar, ayrıca kendimiz iyi hissetmemizi sağlayan, uyku, iştah ve beden ısınını düzenleyen bir moleküldür. Bağırsakta yapılan serotonin kan beyin bariyeri nedeniyle birinci beyine geçemez ancak bu engelin olmadığı hipotalamus gibi bazı beyin bölgelerine ulaşır, bir de vagusu uyararak indirekt yolla beyini etikler. Bu molekül ayrıca kana geçip uzaklardaki akciğer ve karaciğerdeki hasarın onarılmasında, kalp kasının gelişiminde ve kemik yoğunluğunun düzenlenmesinde rol alır.
Stres ve Depresyon İlişkisi
Midemizde kazınma hissi strese verilen bir cevaptır. Streste ikinci beyin mideye giden kan akımını azaltır ve biz karnımızda kramplar hissederiz.
Mutluluk ikinci beyinden yukarıdaki beyne ulaşan mesajlar sonucu olur. Serotonin dopamine ve opiatlar mutlulukla ilgili başlıca aracı moleküllerdir.
Depresyonda kullanılan ilaçların bir grubu serotonini artırırlar. Huzursuz bağırsak sendromu karın ağrısı isal ve kabızlıkla seyreden bir hastalıktır ve bunda bağırsaklarda serotoninin arttığı gösterilmiştir. Bu depresyon ilaçlarının sindirim sistemi şikayetleri yapmasını da açıklar. Huzursuz bağırsak sendromu hastalarının bazılarında sinir hücrelerinde dejenerasyon ve sinir hücrelerine karşı antikor oluştuğu da gösterilmiştir. Hipokrat binlerce yıl önce ‘mutlu bağırsak mutlu insan ‘ demiştir. İnsan bedeninin bütün hücrelerinin kullandığı gıdalar buradan geçip dokulara ulaştığına göre sindirim sistemi rahatsız eden bir olayın tüm bedeni rahatsız etmesi beklenen bir durumdur. Tüm moleküllerinin belli bir dengede olması idealdir, az veya çok olması rahatsızlığa sebep verir.
Streste ayrıca bağırsaktaki ghrelin hormonu artar, vagus aracılığı ile beyine uyarılar yollar, beyinde dopamin artar, stres azalır iştah çoğalır. Sonuçta kronik stres ve depresyon ghrelini artırarak obesiteyi kolaylaştırır.
Alzheımer ve Parkınson Hastalıkları
Her iki hastalıkta birinci beyinin hastalığıdır. Her ikisinde de beyindeki hücrelerde gösterilen mikroskobik değişiklikler sindirim sistemindeki hücrelerde de bulunmaktadır. Bu hastalıklarda başlangıç noktası sindirim sistemi olabilir. Sindirim sistemi bedenimizin dış dünyaya olan açıklıklarından biridir. Virus gibi çevresel bir etken bağırsaklardan vagus yolu ile birinci beyini etkileyip hastalığı ortaya çıkarıyor olabilir. Bu konularda yapılacak çalışmalar ile birinci beyinden alınan örnekler hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanılabilir. Beyinden parça almak zordur, bağırsaklardan almak ise çok kolaydır. Sinir hücrelerinin kök hücreleri ile hücre nakli bu hastalıkarda araştırılmaktadır. Yine bu kök hücrelerin ikinci beynimizden elde edip birinci beynimize nakil ederek hastalıkları iyileştirebiliriz. Bu şekilde ikinci beynimiz kafamızdaki beynimizin ilacı olabilir.
Yağlı ve Şekerli Gıdalar Neden Mutlu Eder
Birinci beyinin esas enerji kaynağı şekerdir ve sinir hücrelerinin de yapısında yağlar vardır. Bedenimize aldığımız enerjinin yaklaşık %20-25 ini birinci beyin kullanır. Fazla alınan şeker önce iyi gelse de sonra kan şekerinin düşürüp beyinde dengesizliğe sebep olur. Yüksek şekerli gıdalar açlık hissi yapıp aşırı yemek yememize neden olur.
Yağlı gıdalar sindirim sisteminden beyine ‘mutluluk sinyalleri’ ulaşmasını sağlar. Bundan dolayı pek çoğumuz stresli zamanlarda yağlı yemekleri tercih ederiz. Bu yağlar içinde soğuk deniz ve yağlı balıklar, semiz otu, keten tohumu, fındık, ceviz, avakado gibi gıdalarda bulunan omega -3 ler önemlidir, bunlar birinci beyinde nöronların yapı taşlarıdır ve onların mutlu eden kimyasalları yapmasını kolaylaştırır. Bedenimiz bu yağı yapamadığı için dışardan almamız gerekir.
Şekerli ve yağlı gıdalar bizi rahatlamış hissettirir. Ancak özellikle şekerli olanlarda bu etki kısa sürelidir. Proteinden zengin gıdalar ise bizi daha dikkatli yapar. Özellikle balıkla alınan omega-3 yağları ile birlikte nörotransmitter, vitamin, mineral içeren taze sebzeler ve tohumlar alınması bizi hem mutlu eder hem de dikkatli ve odaklanmış hissederiz.
Sindirim olayı huzurlu ve sakin ortamda daha başarılı olur. Böyle bir ortamda yavaş yavaş tüketilen görsel olarak güzel hazırlanmış bir sofra idealdir. Alkol, tütün ve kafein sindirimi bozar, bunlardan uzak durarak yemeklerimizi yememiz daha uygundur. Sonuçta ikinci beynimize iyi bakarsak o da bize iyi bakacaktır. ‘Can boğazdan gelir’ deyişi bunu çok güzel anlatmaktadır.

Gıda Bağımlılığı
Beynin kimyasal cevabı olarak gıda bağımlılığı ilaç veya alkol bağımlılığına benzer. Hayvanlardaki deneylerde gıda alımı ile beyindeki bazı ilaçlarla uyarılan haz alıcı merkezlerin aktive olduğu gösterilmiştir. Özellikli bir gıdanın belli miktar tüketilmesi reaksiyonu başlatır. Özellikle tuzlu, şekerli veya karbohidrattan zengin gıdalar arzulanır. Gıda bağımlısında yeme isteği o kadar güçlüdür ki bu yaşam kalitesinin düşmesine sebep olur. Fiziksel, duygusal, sosyal ve ruhsal mutluluk gıda bağımlılığından etkilenir. Bağımlı kişi gıda tükettiğinde doyum ve mutluluk hisseder ve arkasından yeniden aynı duyguları hissetmek için yemek yemek ister. Kişi daha fazla yedikçe tolerans gelişir ve midesi dolu iken bile kişi yemek yeme ihtiyacı hisseder. Tolerans geliştiği için bu durum zamanla obesite gelişmesine neden olur.
Semptomlar
Gıda bağımlılığı semptomları kişileri fiziksel, duygusal, ruhsal ve sosyal olarak etkiler. Bu kişiler gıdanın kolay ulaşılır olması ve yemekten haz alırlar. Bu durum aşırı miktarda özellikle yanlış grup gıdaların tüketilmesine sebep verir ve bu da kilo alımı, fizik görünümün bozulması ve bir çok tıbbi soruna yol açar. Zamanla aşırı gıda alımı yaşam tarzı olur ve kişi gıda bağımlısı olduğunu algılamaz duruma gelir.
Gıda bağımlılığının erken anlaşılması önemlidir. Kişi bunu er geç anlayacaktır ancak geç olursa aşırı kilo alımına bağlı ek sorunlarda oluşmuş olacaktır.
Tüm gıda bağımlıları kilo almaz. Bazı gıda bağımlıları yedikten sonra aşırı egzersiz, kusma veya isal yapıcı ilaçlar alarak alınan kalori miktarını azaltırlar veya yakarlar. Yedikten sonra kusmaya bulimia denilir. Bazı vakalarda aşırı yedikten sonra günlerce veya haftalarca gıda alımını kısıtlarlar buna da anoreksi adı verilir. Bunlarda zamanla gıdaya karşı olan ilgi tersine döner ve aşırı bir gıda kısıtlaması kiloyu azaltmak için diüretikler ve başka metodların kullanılması ile fiziksel problemlere ve hatta tedavi edilmezse ölüme sebebiyet verir.
Gıda Bağımlılığının Fiziksel Semptomları
- Gıda alımı arzusunun veya gıda miktarının kontrol edilememesi.
- Bir çok zayıflama ve diet programları denenmesine rağmen hala aşırı gıda tüketmeye devam edilmesi.
- Aşırı gıda alındıktan sonra kilo almamak için aşırı egzersiz yapılması, kusma veya isal yapıcı ilaçları kullanılması.
Aşırı kusanlarda zamanla diş çürükleri, yemek borusu problemleri ve beslenme bozuklukları olabilir. Hatta fazla yenildiği için yapılan aşırı ve uzun süreli açlık derecesindeki dietler zamala ölüme bile neden olabilir.
Gıda Bağımlılığının Sosyal Semptomları
- Başkalarının aşırı yemek yediğini görmemesi için başkalarının göremeyeceği yerlerde gıda tüketirler.
- Fiziksel olarak iyi görünmedikleri veya kıyafetleri güzel durmadığı için sosyal ortamlardan kaçarlar.
- Başkalarından yiyecek çalarlar.
- Bulundukları ortamda aile üyeleri veya arkadaşlarından daha çok servis edilen gıdaya ilgi gösterirler. Zamanla başkaları ile aynı sosyal ortamda olmaktan daha çok gıdalı ortamlarda zaman geçirmeye başlarlar. Başkalarından yiyecek çalabilirler ve yiyecek saklayabilirler, bu gıdaları da sonra gizlice tüketirler.
Gıda Bağımlılığın Duygusal Semptomları
- Kilolarından utanırlar.
- Karşılarındakinin kilosu ve görünümünden mutsuz olur ve depresyona girerler.
- Kilo kaybetmek istediklerinde umutsuz hissederler.
- Mutsuz ve depresif oldularında gıda tüketirler.
- Bir işi iyi yaptıklarında ödül olarak yemek yerler.
- Aç olmadıklarında yemek yerler.
- Bazı gıdaları tükettiklerinde,bazılarını yemediklerinde, hatta yeterli gıda olmadığını düşündüklerinde mutsuz olurlar.
- Gıda bağımlılarında endişe ve depresyon sıktır. Bazı insanlar mutlu olduklarında bazıları mutsuz olduklarında yemek yerler ancak zamanla bu durum kontrol dışına çıkabilir.
Gıda Bağımlılığının Çeşitleri
Bazı gıda bağımlılarında gıda alımını kontrol edememenin verdiği sıkıntıya bağlı ağır depresyon veya anksiyete olabilir. Diğer bir grup ise sadece yemekle mutlu oldukları veya sadece üzüntülü oldukları için gıda tüketirler.
Aşırı yemek yiyenler aşırı miktarda tatlı, tuzlu veya karbıohidrat tüketirler. Genellikle başkalarının göremediği ortamlarda yerler. Kilo almamak için aşırı egzersiz veya başka yöntemleri kullandıklarından bu grup dikkat çekmeyebilir.
Anoreksi
Bedeli ne olursa olsun zayıf kalmak için alınan gıdayı sınırlarlar. Bir çoğu günde bir öğün yer, hatta birkaç gün gıda almayanlar vardır. Bir çoğu yedikleri lokmaları sayar.
Bulimia
Bu grup canının istediği kadar gıda tüketir. Ancak daha sonra aldıkları kalorileri yakmak için aşırı egzersiz yapar veya kilo alımını önlemek için isal yapıcı veya idrar sökücü ilaçlar alır. Diğer bir semptomları da aşırı yedikten sonra kusmaktır.
Genel Gıda Bağımlılığı
Bu kişiler genellikle çok gıda tüketirler ve bunu saklama ihtiyacı hissetmezler. Özellikle tuzlu, tatlı gıdaları tüketirler ve kilo alırlar. Bunun sonucu sağlık problemleri gelişir ancak buna rağmen aşırı gıda tüketmeye devam ederler.
Tedavi
Aşırı alınan gıda tiplerini belirlemek için günlük tutulabilir. Kişi hangi gıdayı ne zaman, ne kadar, ne için yediğini, yemeden önce ve sonra neler hissettiğini kayıt eder. Birkaç haftalık kayıtlardan aşırı yemenin sebepleri ile ilgili yorum yapılabilir.
Aşırı yenilen gıdalar elimine edilebilir. Örneğin haftada 5 gün hazır gıda tüketliyorsa bu bir güne indirilebilir.
Kötü gıdalar iyileri ile yer değiştirilir. Tüketilen şekerli veya tuzlu bir gıdanın yerine meyve ve sebze tüketilebilir.
Mide kazınmaları ile mücadele edilir. Özellikle çikolata, cips canı istediğinde bundan uzak durmak için örneğin küçük bir yürüyüş, bir arkadaşla sohbet veya başka bir yöntemle yeme isteğinden uzaklaşılabilir.
Tüm bunların diyetisyen ve hekim kontrolünde olmasında fayda vardır.

PCR (Polymerase Chain Reaction) Testi Nedir?
PCR, DNA içerisinde bulunan, dizisi bilinen iki segment arasındaki özün bölgeyi çoğaltmak amacıyla uygulanan tepkimelere verilen genel isimdir. Bu test bir tanı testidir. Koronavirüste de virüsün RNA’sını göstermektedir. PCR farklı hastalıklar içinde kullanılabilir ve vücuttaki en küçük mikrobu bile tespit edebilmektedir. Bu test hem virüsün varlığını hem de enfeksiyona yanıt olarak vücudun ürettiği antikorları belirleyebilir.
PCR testi hangi hastalıkların teşhisi için yapılır?
PCR Testi, vücuttaki pek çok virüs, parazit, mikrop ya da bakteriyi tespit etmek için kullanıldığı gibi genetik sorunlarda, babalık testlerinde de kullanılmaktadır. Birçok hastalık bu test sayesinde erken dönemde tespit edilebilmektedir.
PCR testi nasıl yapılır?
PCR testinde, boğaz ve burundan ince bir çubuk ile sıcı örneği alınmaktadır. Bunun dışında öksürünce çıkan balgamdanda örnek alınabilir. Fakat koronavirüs için yapılan PCR testlerinde burun veya boğazdan örnek alınması daha sağlıklıdır. Bu tür hastalıkların ilerleyen zamanlarında burun ve boğaz kısmında örnek kalamayabiliyor bu sebeple havayollarından örnek alınabilir. İlgili sağlık görevlisi tarafından alınan örnek kaba konur ve laboratuvara aktarılır. Laboratuvarda ultrasonik dalgalar ile virüsün DNA’sı salınır. Sonrasında reaksiyon tüpünde tanımlama yapılır. PCR; 94°C-98 °C aralığında gerçekleştirilen denatürasyon yani yüksek ısıya maruz kalan DNA’nın iki zincirinin ayrılması, 37 °C-65 °C aralığında gerçekleştirilen tavlama yani sentetik oligonükleotidlerin hedef DNA’ya bağlanması (hibridizasyon) ve 72 °C’de gerçekleştirilen uzama aşamaları olmak üzere 3 aşamadan meydana gelir.
PCR testlerinin 2 türü vardır: Gerçek zamanlı PCR, Hızlı sonuç veren PCR’dir.
Gerçek zamanlı PCR 1-3 saat içinde sonuç verir.
Hızlı sonuç verenler ise 15 dakikadan 1 saate kadar sonuç verebilmektedir.
PCR Testi kimlere uygulanabilir?
Bu test Covid19 belirtilerini taşıyan kişilere yapılmak ile beraber belirti olmayan hastalara uygulanmaktadır. Hastanın problemine göre alt veya üst solunum yoluyla örnek alınır.
PCR testi nerede yapılır?
PCR Testi, Sağlık Bakanlığının onay verdiği sağlık kuruluşlarında yapılmaktadır.

Antikor Testi Nedir?
Antikor testleri, kişinin daha önce enfeksiyon geçirip geçirmediğini ve virüse karşı bağışıklık kazanıp kazanmadığını tespit etmeye ya da virüsü fark etmeden taşıyabilen ve yayılmasına neden olan hastaların tespitine yöneliktir. Antikor testleri kişinin test yapıldığı anda hasta olup olmadığına dair bilgi vermez.
Antikor testleri ayrıca SARS-CoV-2 hakkında aşağıdaki gibi bazı temel soruların cevaplanmasına ve önleyici stratejilerin belirlenmesine yardımcı olabilir:
- Toplumda virüs bulaşan kişi sayısını saptamada,
- Hastalığa yakalandığını fark etmeden yayılmasına neden olan kişileri tespit etmede,
- Hastalığın yayılmasını yavaşlatmak için alınan önlemlerin etkinliğinin değerlendirilmesinde,
- Enfekte olan çalışanların bağışıklık düzeylerini belirleyerek, güvenli işe dönüş zamanının saptanmasında,
- Bağışıklığı olan bireylerin, şartları sağlamaları durumunda yakınları ya da ihtiyacı olan ağır hastalar için plazma vererek tedavilerine katkıda bulunmalarında.
Antikor nedir?
İnsan vücudu birçok enfeksiyona karşı yanıt olarak antikor oluşturur. Bu antikorlar immunoglobulinler adı verilen proteinlerdir. Antikorlar enfeksiyondan sonra test edilen kişilerin kanında bulunabilir ve insanların enfeksiyona karşı bağışıklık cevabını gösterir.
Antikor testleri enfeksiyonlara yanıt olarak oluşturulan immunglobulinlerin IgG, IgA, IgM analizidir. Antikor test sonuçları özellikle az veya hiç belirti vermeden atlatılmış enfeksiyonların tespiti açısından da önemlidir.
COVID-19 Enfeksiyonu için hangi antikorlara bakılır?
Covid-19 Enfeksiyonunda oluşan antikorları tespit etmek için testler geliştirildi. Çeşitli analiz yöntemleri ile farklı antikor tipleri IgG, IgM ve IgA analiz edilebilmektedir.
Anti-COVID-19 IgM ve IgA Antikor pozitifliği ne anlama gelir?
Corona Virus enfeksiyonuna karşı oluşan IgA ve IgM antikorlarını saptayan serolojik testten elde edilen pozitif sonuç yakın zamanda kişinin virüs ile karşılaşmış olunduğunu gösterir. Ancak enfekte hastalarda virüse cevap olarak henüz antikor gelişmediği durumlarda negatif test sonucu elde edilebilir.
COVID-19 IgG Antikor pozitifliği ne anlama gelir?
IgG antikorlarının pozitif saptanması COVID-19 enfeksiyonuna maruz kalınmış olduğunu gösterir. IgG antikorunun pozitif seviyelere ulaşması genellikle bulgular başladıktan en az 10 gün sonrası gerçekleşir. IgG Antikoru pozitif olarak saptanan bir kişinin Coronavirüs enfeksiyona karşı bağışıklık sisteminin yanıt verdiği anlaşılmaktadır.
Covid-19 antikorları nasıl tespit edilir?
Covid-19 antikorlarının tespit edildiği hızlı kart testlerinin doğruluğu ve güvenilirliğinin düşük olduğu yönünde tartışmalar vardır. Yeni geliştirilen ELISA yöntemleri ile %99,86 oranında doğrulukla IgG antikor düzeylerinin tespit edilmesi mümkün olmuştur.
Corona Virus enfeksiyon bulgularının başlangıç tarihinden itibaren 10-14 gün içerisinde IgG antikor düzeyleri yükselmeye başlar ve devam eder.
Covid-19 antikor testleri nasıl değerlendirilmelidir?
Antikor testleri, Corona virüsüne maruz kalmış ve bağışıklık yanıtı geliştirmiş olabilecek kişileri tanımlamada, COVID-19 ile mücadelede kritik bir rolü olduğu düşünülmektedir.
IgG Antikoru pozitif saptanmış bireylerin, Covid-19 enfeksiyonunu geçirmiş olduklarını gösteren çok önemli bir parametredir. Özellikle hastalığı belirtisiz olarak geçirmiş kişilerin belirlenmesi için tek yöntemdir.

Türklerin Genetik Kodu Farklı
Pandemi sonrası Türkiye’de “sağlık turizmi” tanımını daha sık duymaya başladık. Ülkemizin bu alandaki şansı ve avantajları ne sizce?
Bu iddianın temelinde ne var?
İyi de onca ülke varken niye özellikle Türkiye’yi tercih etsinler?
Hangi ülkelerle kıyaslıyoruz Türkiye’yi peki?
ALMANYA’DAN BİLE İYİ MİYİZ; EVET…
Bu teze karşı çıkanlar olabilir.
Bazı Avrupa ülkelerinde sigorta şirketlerinin sağlık sistemine etkisi çok fazla. Söz konusu şirketler hastaları yurtdışına kaçırmak istemeyecektir. Bu engel nasıl aşılacak?
Essen projesi ne zaman hayata geçecek?
Avrupa’da ameliyat için haftalarca sıra beklemek gerektiği söyleniyor.
Bunda pandeminin etkisi var.
Hastanenizde tüm birimler açık mı?
Avrupa bizden daha mı titiz davrandı yani bu durumda?
TÜRKLERİN GENETİK KODU FARKLI BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ DAHA GÜÇLÜ
Nesi farklı?
Avrupalı nasıl yetiştiriyor?
Bunu hem köy hem de kent yaşamı olarak genellemek mümkün mü?
“Eski toprak”ların bağışıklığı daha da mı güçlü acaba, ne dersiniz?
Hangi sağlık sorunu söz konusu olursa olsun, iş bağışıklıkta bitiyor…
Hastane olarak ne tür önlemler aldınız?
Ne işi bu tam olarak?
ÇAPA’DA İKİ KERE MUAYENEHANEM KURŞUNLANDI
Sizin branşınız diş hekimliği, değil mi?
Suudi Arabistan’da ne işiniz vardı?
Cidde dönüşü neler yaptınız?
Kalkıp gittiniz mi?
Kararınızdan hiç pişmanlık duydunuz mu?
BATI AFRİKA’DA CEP HASTANELERİ KURACAĞIZ
İstihdam için ne gibi projeleriniz var?
Türkiye’de farklı bir marka yaratmak ve bunu sadece öz sermaye ile yapmak istiyoruz. Yabancı sermaye olmayacak.
Bir Katarlı, Kuveytli veya bir Avrupalı yok. Diğer hastanelerde bunlar var, biz ise öz sermayemizle bu işleri yapıyoruz.
200’e yakın çalışan arkadaşımız var şu anda. Salgına rağmen sistemimizi devam ettiriyoruz. Sıradaki hedefimiz oğlumun çalıştığı Batı Afrika ülkelerinde 50’şer yataklı Tanfer hastaneleri kurmak. Bu cep hastaneleri ile Tanfer adını oralara da yaymak… Bir de Bodrum’da bir projemiz var esas. Türkbükü’nde bir yerimiz var, alımlarını bitirdik, orayı tamamen sağlık turizmine yönelik bir merkez haline getirmeye çalışıyoruz.