Ağız yaralarına dikkat
Ağız yaralarına dikkat
Kanser, alzheimer, parkinson gibi hastalıklar diş check – up’ında ortaya çıkabiliyor
Çoğu zaman basite aldığımız ağız yaraları ve diş eti iltihapları ciddi ölümcül hastalıkların erken tanısında hayati öneme sahip olabiliyor.
Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Uzmanı Dr. Nihat Tanfer, kanserden tiroid hastalıklarına, diyabetten alzheimere pek çok hastalığın diş chech-up’ı ile tespit edilebileceğini belirtti.
Ağız boşluğunun çok sayıda hastalığa ait lezyonların görüldüğü bir bölge olduğunu kaydeden Dr. Nihat Tanfer, ”Bunların bir kısmı ağızda lokal hastalıklara aitken bazıları bize vücudumuzla ilgili sinyaller verir. Lezyonlar ağız içinde renk veya yüzey değişikliği şeklinde olabilirler. Bu lezyonlar genelde ilk olarak biz diş hekimleri tarafından tespit edilir. Bu nedenle diş hekiminin muayenesini çok dikkatli yapması gerekir”. Dedi. Lezyonların kişinin yaşamında direkt etkili olabilecek ağrı, yanma, şişlik, kanama ve ağız kuruluğu gibi şikayetlere de neden olabileceğini ifade eden Tanfer,” Bu da beraberinde konuşma bozukluğu, yutkunma zorluğu, çiğneme güçlüğü gibi birçok problemi getiriyor. Kişinin yaşam kalitesi üzerinde direkt etkili olur” dedi.
Diş etine ve dişlere bakarak pek çok hastalıktan şüphelenmek gerektiğinin altını çizen Ağız, Diş ve Çene Cerrahı Dr. Nihat Tanfer, ”Diş etindeki iltihap diyabeti, diş etlerindeki kanayan ve iyileşmeyen yaralar kanseri, ağız içindeki tümör ve enfeksiyonlar tiroidi, diş eti büyümesi lösemiyi, diş etindeki aşınma reflü ve anoreksiyayı, diş etlerindeki aftlar behçet hastalığını, yanak ve dildeki kızarıklıklar MS hastalığını işaret edebilir” şeklinde konuştu. Tanfer, ayrıca yutkunmada güçlük ve ağız kuruluğunun parkinsonun, soluk renkteki diş etlerinin kansızlığın, gri yapıda gümüşümsü ve pul pul dökülen dilin ise sedef hastalığının işareti olabileceğini belirtti.
DİŞ ETİ HASTALIĞI OLANLAR ACİL OLARAK KALBİNİ KONTROL ETTİRSİN
İsveç’te yapılan bir araştırmaya değinen Dr. Nihat Tanfer, ”Bu araştırmada diş eti hastalıkları ile kalp hastalıkları arasında çok ciddi bir bağlantının olduğu tespit edilmiştir. Diş eti hastalığı olan kişilerin yaklaşık yüzde 60’ında kalp hastalığının da olduğu tespit edilmiştir. Buradan çıkan sonuca göre dişetlerinde hastalık olan kişilerin acilen kalp kontrollerini de beraberinde yaptırmalarında büyük fayda vardır” dedi.
BU BELİRTİLERİ DİKKATE ALMAK GEREKİR
Diş eti iltihaplarının işaret ettiği pek çok rahatsızlığa değinen Tanfer sözlerine şöyle devam etti: “Mide rahatsızlığı olarak görülen Reflü hastalığı temelde aşırı miktarda gastrik asit içerikli sıvıyla ortaya çıkan bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır. Reflü hastalarının dişlerinde aşınmalar görülür. Bu hastalarda mine zayıflar ve buna bağlı olarak da dişlere estetik olmayan sarı bir renk verir.
Lösemi hastalarında ise ağız içinde peteşi adı verilen küçük kanama odakları, ülserler ve yine çene kemiğinde kayıplara ve ağız dokularında yaygın morluklara rastlanır. Dişeti büyümeleri de löseminin ağız içi belirtilerindendir. Bu gibi özel bulgularla günümüzde lösemi hastalığının erken teşhisine olanak tanır.
Ayrıca bazı bakteriler, şeker olan ortamda daha hızlı gelişiyor. Bu nedenle, tükürüğün yüksek seviyelerde şeker içerdiği hastalarda diş eti iltihapları şiddetleniyor. Dişi çevreleyen ve destekleyen dokuların iltihabı anlamına gelen periodontitis e diyabet hastalarında çok sık rastlanır. Bu hastalığı diabetik dokularda meydana gelen değişiklikler, dişetinin iltihabıyla birlikte dişeti kanaması, dişeti büyümesi ve kemik kayıpları izler. Bu durum kontrol altına alınmadığında da dişlerde sallanmalar ve diş kayıpları kaçınılmaz olur. Bunun yanı sıra tekrarlayan abseler, tükürük akışında azalma, ağız kuruluğu, ağız kokusu, yüksek çürük riski, mantar oluşumları gözlenebilir.
Tiroid hastalarında tiroid bezinin normalden fazla çalışması ve fazla hormon salgılamasına hipertiroidi denir. Tiroid hastalarında metabolizma hızı artışı olduğu için erken dişeti rahatsızlıkları, dişlerin sürme zamanlarında değişim, erken çene gelişimi görülebilir. Ayrıca ağız mukozasında tümörler ve enfeksiyon da sık rastlanan sorunlar arasındadır. Hipotiroidi (tiroid bezinin az çalışması) ise dilde büyüme, dişlerde çarpıklığa neden olur.
Dudaklarda, diş etlerinde veya ağzınızın içinde kolaylıkla kanayan ve iyileşmeyen genellikle ağrısız yaralar, yanakta dilinizle hissedebileceğiniz bir şişkinlik veya kalınlaşma, çiğneme veya yutkunma güçlüğü ile ağzınızın herhangi bir bölümünde his kaybı veya uyuşukluk, ağızda asitli ve baharatlı gıdalarla oluşabilen yanma ve acıma hissi ise kanseri işaret ediyor olabilir. Ayrıca çok önemli bir nokta kanserlerin ağız içi metaztaslarına dikkat etmek gerekir. Örneğin meme kanserinin ağzı içinde metaztasları görülebilir. Ayrıca bu lezyonların bir bölümünün premalign özellik taşıması da incelenmesini daha da önemli hale getirmektedir. Kanser tedavisinde erken teşhisin önemi göz önüne alındığında premalign ve malign lezyonların diş hekimi tarafından erken safhada teşhis edilmesinin önemi büyüktür.
Alzheimer hastaları da ağız bakımının nasıl yapılacağını dişlerini ya da protezlerini nasıl temizleyeceğini unutur. Ağız bakımı azaldığı için de dişlerde çürüme ve diş eti hastalıkları görülür. Bu hastalarda tükürük akışı da normalden daha azdır. Dolayısıyla ağız kuruluğu mevcuttur. Tükürüğün az olması çürük artışına, diş eti sorunlarına ve tat almada güçlüğe neden olur. Alzheimer hastalarında dişlerde aşınmalar, dişlerin eksik olan bölgelere doğru hareket etmesi gibi durumlara sık rastlanır. Teşhis edilememiş alzheimer hastalarında diş hekimleri muhakkak bu hastalığı düşünmeli ve hastayı ilgili doktora göndermelidir.
Parkinson hastalığı, merkezi sinir sisteminde meydana gelen dejenerasyonlar sonucu oluşan bir hastalıktır. Parkinson hastalarının büyük çoğunluğunda yutkunma güçlüğü vardır. Bununla beraber hastaların büyük bir kısmında ağız kuruluğu görülür. Yutkunmada güçlük çekilmesi ve ağız salgılarının kontrolünün zayıf olması, ağzın salya ile dolmasına neden olur. Dişlerde çürükler ve diş eti sorunları da gözlemlenebilir. Buna benzer belirtiler görüldüğünde kişi hemen diş hekimi tarafından ilgili hekime yönlendirmelidir”.
FUE Yöntemi Nedir?
FUE Yöntemi Nedir?
Saçlarını özleyenler için tüm yönleriyle saç ekimi (FUE yöntemi nedir?)
Saçını yaş, genetik ya da dış sebeplerden dolayı kaybetmiş olan kişilerin başvuracakları tedavi yöntemi saç ekimi hakkında işte bilinmesi gerekenler…
Saç ekimi, son yıllarda oldukça popülerleşti ve rağbet görmeye başladı. Bunun sebebi, tedavi yöntemlerinin gelişmesi ile saç ekiminin artık çok daha kolay ve acısız bir işlem haline gelmesinden kaynaklanıyor.
Saç ekiminde son yıllarda en çok kullanılan yöntem olan FUE yöntemi ile kişi rahatlıkla istediği görünüme kavuşabiliyor. Saç ekimi tedavisi ile ilgili Seycan Tanfer, FUE yöntemini şöyle anlattı:
FUE yönteminde, kafanın belirli bir bölgesinden alınan saç kökleri, saç olmayan bölgelere eklenir. Bunun için saç ekimi öncesi köklerin nakledileceği bölgedeki saçlar, folikül çıkarma yapılmadan önce 1 mm olacak biçimde kısaltılır. Saçların ekileceği alan lokal anestezi ile uyuşturularak saç tellerini saçsız olan kısma nakletme işlemi başlar. Lokal anestezi sayesinde kişi herhangi bir acı ya da ağrı hissetmez. Ayrıca yöntem kesik ya da dikiş içermediği için zaten genel olarak ağrısızdır. Bu şekilde ilerleyen tedavinin süreci ise şu şekilde:
● Ekilen saçlar ilk bir ayın sonunda dökülür.
● Saç ekimi yapıldıktan 2 ya da 3 ay sonra dökülen saçlar yeniden çıkmaya ve uzamaya başlar.
● 6 ay sonra saçlar dikkat çekici bir hal alır ve 1-1,5 yıl sonra da doğal görünüme kavuşur.
● Ekilen saçlar kişinin kendi saçı olduğundan,saçsız bölgede çıkmaya başlayan saçlar, yine kişinin normal saç rengi ve şeklinde olur.
● Ekilen saçlar, dökülmemeye kodlanmış olan saçlı bölgeden alındığı için, nakil sonrası dökülme yaşanmaz.
● Ayrıca mümkün olduğu takdirde 2-3 gün içinde doğal saçlara kavuşturan tıraşsız saç ekimi yöntemi de uygulanabilir.
FUE YÖNTEMİNİN AVANTAJLARI
FUE yöntemi kullanarak, ortalama 1 ile 1,5 yıl içerisinde tedavi sonuç veriyor. Bu tedavinin en olumlu yanı, saçın alındığı alanda herhangi bir kesik ya da dikiş bulunmaz. Bu ameliyat sonrası çok az ağrı yaşanır ve iyileşme süresi de oldukça çabuktur. Sadece nakli yapılacak saç köklerinin alındığı bölgede çiziklere rastlanabilir fakat bunlar da çok çabuk iyileşir.
Selülit Tedavisinde Mezoterapi Uygulaması!
Selülit Tedavisinde Mezoterapi Uygulaması!
Her kadının korkulu rüyası olan selülitin mezoterapi uygulamasıyla nasıl tedavi edildiğini anlatıyor.
Mezoterapinin tanımı
“Mezoterapi günümüzde estetik tıp dalında selülit tedavisinde, yüz gençleştirme ve saçlı deri tedavilerinde oldukça sık bir şekilde uygulanmaya başlamıştır.Uygulamanın içeriği vitaminlerin, minerallerin, aminoasitlerin, enzimlerin ve homeopatik ilaçların, karışımlar halinde, mikroenjeksiyon tekniği ile cildin orta tabakasına enjekte edilmesi yöntemidir. Bu işlem sırasında hazırlanan bu karışım 4 ila 6 mm arasındaki ince uçlu iğnelerle direkt hedef dokuya enjekte ederek bölgenin tedavi edilmesi sağlanmaktır. Bu yöntemin temeli seri şeklindeki iğnelerin çarpma etkileri ile bağışıklık sistemine harekete geçirmek, kılcal damar ve kanlanmanın artışı ile direkt hedef organı etkilemektir.”
Mezoterapinin uygulama alanları
“Selülit tedavisinde kullanılmasının yanı sıra cilt yenileme, lifting, leke tedavilerinde, bölgesel incelme ve saç tedavisinde de yaygın olarak kullanılmaktadır.”
Selülit tedavisi ve bölgesel incelmede mezoterapi uygulaması
“Selülit ve bölgesel zayıflama için istenilen bölgelere ince uçlu iğne ile hazırlanan mezoterapi karışımı enjekte edilir. Enjekte edilen karışım o bölgedeki yağ bloklarını yıkıp, kan dolaşımının artmasını sağlar. İşleme düzenli olarak devam edilirse selülit oranında azalma görülür. Ayrıca bölgesel olarak incelme de başlar. Kişide genel bir kilo problemi söz konusu olduğunda mezoterapi ile birlikte diyet de uygulanır. Diyet verilmeden önce kişinin boy, kilo ve vücut ölçüleri yani yağ ile kas oranları hesaplanır. Kişinin kilo almasına neden olan herhangi bir sağlık problemi varsa araştırılır ve altında yatan bir neden bulunduğunda tedavi edilmesi sağlanır. Kişinin bazal metabolizması, günlük aktiviteleri ve alternatif yemek biçimleri göz önüne alınarak kişiye özel diyet programı hazırlanır. Kas kaybına neden olmadan düzenli ve sağlıklı beslenme tarzı ile protein, karbonhidrat, lif, yağ, vitamin ve mineralden zengin diyet sayesinde sağlıklı kilo verilir.”
Mezoterapinin avantajları
“Mezoterapinin en büyük avantajlardan birisi bölgede zayıflama sağlarken sarkma problemine neden olmamasıdır. Tam tersine toparlama ve şekillenme sağlamasıdır.Kadınlarda özellikle gebelikten sonraki sarkma problemlerinde ve yaşlanmaya bağlı kol altlarındaki sorunlarda bilinçli bir şekilde uygulandığında başarılı sonuçlar elde edilebilir.”
Uygulama süresi ve aralıkları
“Mezoterapi tedavisi kişiden kişiye göre değişmekle birlikte ortalama 8-10 seans sürer. 3. seanstan sonra sonuçlar görülmeye başlar. Yöntem son derece pratik olup ortalama 10-15 dakikada gerçekleştirilir. Seans aralıkları minimum 5 ila 7 gün arasında olmaktadır. Tedaviden sonra kişinin günlük hayatını etkileyecek herhangi bir durum söz konusu olmaz. Bazen yapılan iğne yerlerinde hafif morluklar oluşsa da bu durum ortalama 5 ila 7 gün içerisinde geçer.”
Kanser ve Diş
Kanser ve Diş
Baş ve boyun kanserleri, erken teşhis ile tedaviedilebilen kanserler olarak biliniyor ve erken belirti veriyor. Bu kansertürlerinin teşhis ve tedavisinde ise diş sağlığının önemli yeri bulunuyor. Diş ve Çene Cerrahisi Uzmanı Dr. Nihat Tanfer, “Diş hekimlerinin hastalarının tedavisini yaparken gördükleri bazı belirtileri iyi değerlendirip doğru uzmana yönlendirmesinin baş ve boyun kanserlerini önlemede önemliyeri olduğunu belirtiyor.
HASTALIK BELİRTİLERİ ?
Dudakta büyüme: Dil ve dudak kanserlerinin pek çoğu geçmeyen yara ve şişliğe neden olurken bu bölgede iltihap oluşmadıkça ağrıhissedilmiyor. Hastalığın ileri dönemlerinde ise kanama görülüyor. Yara ve şişliğin yanında boyunda da bir kitle olması durumunda, en kısa zamanda bir uzmana gidilmesi gerekiyor.
Kanama: Ağız, burun, boğaz ve akciğertümörleri kanamaya neden olabiliyor. Tükürük veya balgamda birkaç günden fazla süren kanama görülmesi halinde kontrole gitmenin ihmal edilmemesi gerekiyor.
Ciltdeğişimleri: Baş-boyun kanserlerinin bazı türlerinde renk değişimi görülürken, alın, yüz, kulak gibi cildin güneşe maruz kaldığı yerlerle, cildin farklı bölgelerinde değişiklikler gözlenebiliyor. Belirtiler genellikle küçük, soluk bir yara şeklinde başlıyor, yavaş yavaş büyüyor ve yaranın ortasında gamze şeklinde bir çukur oluştuğu görülüyor. Dudakta, yüzde, kulakta iyileşmeyen bir yara bulunması halinde hemen doktora gidilmesi gerekiyor. Diş hekiminin hastasındaki bu belirtileri önemseyip, gerekli görmesi halinde bir onkoloğa yönlendirmesi hayat kurtarıcı olabiliyor.
RADYOTERAPİ ÖNCESİ DİŞ HEKİMİNE BAŞVURMALI
Baş-boyun kanserleri nedeniyle radyoterapi gören hastalarda oluşan ağız – diş sağlığı sorunları ciddi sıkıntılara neden olabiliyor. Ancak alınacak tedbir ve koruyucu uygulamalar bu komplikasyonların önlenmesini sağlıyor. Diş Hekimi Nihat Tanfer, radyoterapi uygulaması öncesinde hastaların mutlaka diş hekimine başvurmaları gerektiğini söylüyor. Radyasyona bağlı ağız mukozasındaki hücre ölümleri, genellikle tedaviden 5-10 gün sonra başlayıp 3-4 hafta sonra tamamen iyileşen ve “Mukozit” adı verilen küçük ağız yaralarının oluşmasına neden oluyor. Radyoterapinin ağızda görülen etkileri şu şekilde özetleniyor:
Işın, tükürük kalitesini bozuyor, tükürük akışının bozulmasına bağlı olarak:
Ağız kuruluğu başlıyor ve takiben kanama meydana geliyor.
Tükürüğün çürüğü önleme etkisi azalıyor.
Ağzı ve dişleri temizleme fonksiyonunda azalma oluyor.
Tat alma duyusu bozuluyor.
Dişlerde soğuk-sıcak hassasiyeti oluyor.
Yutma, çiğneme ve konuşma fonksiyonlarında zorlanma meydana geliyor.
Osteoradyonekroz, yani radyasyona maruz kalmış kemikte hücre azalmasına bağlı oksijen yetersizliği nedeniyle gerekli iyileşmenin olmaması sonucu kemik dokusu canlılığını kaybediyor.
Radyoterapiden sonra tedavi sahasındaki damarlarda kan akımını azaltan bir daralma ve tıkanma söz konusu oluyor. Yutma, çiğneme ve konuşma fonksiyonlarında çok ciddi zorlanmalara neden oluyor.
Radyasyon sahasında dişeti bağlarındaki zayıflamadan dolayı olan sallanma nedeniyle sıklıkla diş kayıplarına rastlanıyor.
KEMOTERAPİ AĞIZ SAĞLIĞINI BOZUYOR
Baş ve boyun kanserlerinin tedavisinde uygulanan kemoterapinin de ağız içine olumsuz etkileri bulunuyor. Bazı kemoterapi ilaçları ağız yaraları ve iltihaplara neden olabiliyor. Bağışıklıksisteminin zayıflaması; bakteri, virüs ve mantarenfeksiyonlarıyla daha sık karşılaşılması anlamına geliyor. Bu durumda tat alma duyusu değişiyor ve yediklerinin tadı kişiye daha tuzlu, ekşi ve metalik gelebiliyor. Tedavide yardımcı olarak kullanılan sakinleştirici ve ağrı kesicilerin uzun süreli kullanımları da tükürük akışını azaltan ve çürük oluşumunu arttıran etkiler gösteriyor
Gebelik Öncesi Bilinmesi Gerekenler
Gebelik Öncesi Bilinmesi Gerekenler
Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini etkileyen en önemli faktörlerden biri de anne ve bebek ölüm oranları kabul edilmektedir. Gelişmiş ülkelere nazaran, az gelişmiş ülkelerde anne ölüm oranlarının yüksek olmasının başlıca sebepleri şunlardır:
- Sağlık hizmetlerinin kaynağına ulaşım zorluğu
- Kaliteli sağlık hizmeti sunabilecek nitelikli sağlık personeli eksikliği
- Çevre koşulları, yoksulluk
- Sağlık bilgisi eksikliği
- Yöresel ve kültürel uygulamalar
Gebelik doğal ve fizyolojik bir süreç olmakla birlikte, gebe bir kadının hamileliği süresince vücudunda ve metabolizmasında oluşan değişiklikler kimi zaman anne ve bebek hayatını tehdit edecek hastalıklara yol açar. Bu yüzden gebelik öncesi bilinmesi gereken detaylar ve gebeliğin takibi önemlidir.
Gebeliğin planlı olması hem anne hem de bebek açısından en sağlıklısıdır; plansız oluşan gebeliklerde çeşitli risklerle karşılaşmak olasıdır. Amaç anne adayının gebe kalmadan önce saptanacak hastalıklarının tedavisi, zararlı alışkanlıklardan uzaklaşması ve gebelikte oluşabilecek risklerin azaltılmasıdır.
Gebelik öncesi bilinmesi gerekenler:
- Anne adayının yaşı (16 yaşından küçük ,35 yaşından büyük olmamak)
- Kilosu (BMI >30 un üzerinde) obezite yönünden değerlendirilmelidir. Gebelikteki ciddi risklerinden dolayı kilo verme sağlanmalıdır.
- Kan grubu RH negatif kan grubu kadın, RH pozitif erkek, kan uyuşmazlığı anlamına gelir ve bu mutlaka belirlenmelidir.
- Genetik hastalıklar yönünden sorgulanmalıdır.
- Etnik köken, Akdeniz anemisi, Orak hücre anemisi gibi hastalıkların taranması açısından önemli.
- Akraba evliliği olup olmadığı bilinmelidir.
- Ailede doğumsal hastalıklarla doğan olup olmadığı (Kistik fibrozis, fenilketonüri, kalp hastalıkları, kas hastalıkları gibi) bilinmelidir.
- Bağışıklama yönünden değerlendirilmelidir.
- Su çiçeği, kızamık, kızamıkçık geçirip geçirmediği veya aşılama yapılıp yapılmadığı bilinmelidir.
- Hepatit ,HPV, grip, tetanoz aşısı yapılıp yapılmadığı sorgulanmalı, sonrasında tetkikleri yapılıp, bağışık olmadığı hastalıklara karşı aşılanmalıdır.
- Kronik hastalıklar açısından değerlendirmelidir.
- Diyabet, Epilepsi, Hipertansiyon, Kalp hastalıkları, Karaciğer, Böbrek hastalıkları, Guatr ,Varis yönünden sorgulanmalı, tetkikleri yapılarak kontrol altına alınmalı ve gebelik süresince de takip edilmelidir.
- Kadın hastalıkları yönünden sorgulama ve muayene şarttır.
- Smear testi yapılmalıdır.
- Geçirilmiş ameliyatlar açısından sorgulama (myomektomi, sezaryen gibi) yapılmalıdır.
- Doğum kontrol yöntemi kullanıp kullanmadığı (oral kontraseptif, rahim içi araç gibi ) saptanmalıdır.
- Cinsel yolla bulaşan enfeksiyon açısından sorgulama ve muayene yapılmalı , varsa tedavi edilmelidir.
- Daha önce gebe kalamama sorunu yaşayıp yaşamadığı sorgulanmalıdır.
- Gebelik ve doğum yönünden sorgulama yapılmalıdır.
- Daha önceki gebelik ve düşükleri olup olmadığına bakılmalıdır.
- Eğer daha önce doğum yapmış ise, doğumun şekli (normal doğum, sezeryan), haftası, kilosu, cinsiyeti, yaşı bilinmelidir.
- Doğum sonrası sorun yaşayıp yaşamadığı sorgulanmalıdır.
- Alışkanlıklar, ilaçlar ve allerji yönünden sorgulamadır.
- Sigara, alkol kullanımı sonlandırılmalı ya da çok azaltılmalıdır.
- Beslenme alışkanlıkları yönünden değerlendirilmeli (kafein tüketimi azaltılmalı, çiğ et yeme bırakılmalı), vejeteryan beslenenlerde protein alımı önerilmelidir.
- Folik asit desteğine başlanmalıdır (Beyin, omurilik anomalilerini önlemek amacıyla).
- Kullanılan ilaçlar yönünden sorgulama yapılmalıdır (Epilepsi ilaçları değiştirilebilir, antidepresan ilaçlar, sivilce için kullanılan ilaçlar kesildikten 2-3 ay sonra gebelik planlanabilir).
- Anemi ve vitamin eksiklikleri yönünden sorgulanmalı ve gerekli tetkikler yapılarak eksiklikler tamamlanmalıdır (Demir eksikliği, B12 vitamini, D vitamini gibi).
- Duygusal geçmiş ve aile içi şiddet yönünden sorgulanmalıdır. Bilinen psikiyatrik tedavi ve destek durumu var mı sorgulanmalıdır.
Gebelikte aile içi istismar, erken dönemde aşırı gebelik kusmaları nedeni olabildiği gibi erken doğum, kanama, hipertansiyon gibi sorunları artırmaktadır. Sağlıklı anne ve bebek,sağlıklı toplumların temelini oluşturur.
Mevsim Geçişlerinde Sağlığınıza Dikkat Edin!
Mevsim Geçişlerinde Sağlığınıza Dikkat Edin!
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı biyo, psiko, ve sosyal iyilik hali olarak tanımlar. Bu üç maddeden herhangi birinde oluşan bozukluk sağlık sorunlarına ve hastalıklara neden olur. Mevsim geçişleri döneminde oluşan sıcaklık farkları, nem, güneş ışınlarının etkisindeki değişiklikler, hormonal değişiklikler, tüketilen besin ögelerinin değişimi, çevresel faktörlerin değişimi gibi birçok faktör sağlığımıza direk ya da in direkt etki ederek bozulmaya yol açabilir.
Bağışıklık sistemi, vücudun hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan karmaşık bir sistemdir ve vücudumuzu yabancı ve zararlı maddelerden korur. Bu sistem, vücudumuza giren milyonlarca bakteri, mikrop, virüs, toksin ve parazitlere karşı korunmak için düzenlenmiştir. Mevsim geçiş dönemlerinde oluşan ısı değişimleri, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve vücut direncinde düşmeye yol açan tüm faktörler nedeniyle bir çok mikroorganizma kaynaklı hastalık ve salgın ortaya çıkabilir. Özellikle virüs ve bakteri kaynaklı bu hastalıklar kendini çoğu zaman solunum yolu enfeksiyonları olarak gösterir. Grip, nezle, mevsimsel allerjik rinit, tonsillit, farenjit, larenjit, sinüzitler, bronşit, bronşiolit, astım, kronik bronşit, bronşiektazi, koah gibi bir çok solunum yolu hastalığı mevsim geçişlerinde özellikle de bahar döneminde yoğun bir şekilde muzdarip olduğumuz hastalıklardır. Solunum yolu hastalıkları en sık karşılaşılanları nezle ve griptir. Halk arasında nezle ya da tıp dilinde nazofarenjit denen burun akıntısı, burun tıkanıklığı hafif boğaz ağrısı, kırgınlık gibi şikayetlerle seyreden hafif seyirli hastalık tablosundan kırgınlık, kas ağrısı, terleme, bulantı kusma, 40C’ yi bulan yüksek ateşle seyreden ve çalışma hayatımızda iş gücü kayıplarına yol açan tablolarla kaşıımıza çıkmaktadır. Bu viral veya bakteriyal enfeksiyonlar çoğu zaman salgına dönüşerek insandan insana bulaşabilme yetisindedir.
Korunmak için hasta bireylerin hasta olmayan bireylerle direk temastan (tokalaşma, öpüşme, ortak kullanılan malzemelerin başkalarıyla paylaşımı) kaçınmasını ve özellikle diyetine dikkat etmesi önerilmektedir. Bu dönemlerde günlük beslenme düzenine taze sebze ve meyve eklemek, vitamin desteği yapmak ve uyku düzenine dikkat etmek büyük önem taşımaktadır. Diğer direnç arttırıcılarla birlikte C, A, E vitaminlerinin kullanımının yararlı olduğu bilinmektedir.
Mevsim geçiş dönemlerinde oluşan sıcaklık farklılıkları cilt sağlığını da etkilemektedir. Bu dönemlerde ciltte yağ ve su kaybı yaşanmakta bu nedenle ciltte hassasiyet oluşmakta ve cilt yüzeyinde kuruma, pullanma ve çatlamalar görülebilmektedir. Cildimizde kurumaya engel olmak için kremli, yağlı jeller ve sabunlar kullanılmalıdır. Cilt tipine uygun vazelin, gliserin, üre, laktik asit, hyaluronik asit içeren nemlendiriciler seçilerek özellikle banyo sonrası ve soğuk maruziyeti sonrası sık aralıklarla sürülmelidir. Cilt bakımı için sağlıklı beslenmeye özellikle vitamin antioksidanlar, mineraller, doymamış yağlar, omega-3 alımı önerilir. Bol su tüketilmesi önerilir.
Yaz aylarına yaklaştığımız şu günlerde klima kullanımına da dikkat etmek sağlığımızı korumak adına büyük önem taşımaktadır. Dışarda sıcaktan bunalarak kapalı ortamda yüksek seviyede klimaya maruz kalmak ve vücut üzerinde ani ısı değişikliği yaratmak kişiyi hasta edebilmektedir. Klima kullanırken sıcaklığı birden düşürmemek ve kademeli olarak azaltmak gerekir. Bu durum, vücudun ısı değişikliklerine adaptasyonunu kolaylaştırır. Özellikle gece uykusunda klima açıkken uyumamak; odayı serinletip gece yatmadan önce klimayı kapatmak en doğrusudur.
Mevsim geçiş etkilerini minimum seviyede yaşamak için;
- Bol su tüketmek
- Uyku düzenine dikkat etmek
- Beslenme düzenine dikkat etmek (taze sebze ve meyve tüketimini arttırmak)
- Gerektiğinde iyi bir vitamin ve mineral desteği sağlamak için gıda takviyesi almak
- Sigara ve alkolden uzak durmak
- Günlük aktiviteyi arttırmak ve düzenli spor yapmak
- Yazın açık renkli, kışları ise koyu renkli ve hava dolaşımına izin veren giyecekleri tercih etmek
- Kapalı ortamları iyi havalandırmak ve temiz tutmak yararlı olacaktır.
Prostat Büyümesi 40 Yaş Üstündeki Erkekleri Tehdit Ediyor!
Prostat Büyümesi 40 Yaş Üstündeki Erkekleri Tehdit Ediyor!
40 yaşın üzerindeki erkekleri etkisi altına alan prostat büyümesi, vücudun hormonal dengesinin değişmesi sonucu ortaya çıkar. Erkeklerde sık idrara çıkma, kesik kesik idrar yapma, idrarı tutamama ve benzer şikayetlerin prostat bezinin büyümesi Tanfer Hastanesinde tedavi edilmektedir.
Prostat nedir?
Prostat, bir salgı bezidir. İdrar kesesinin hemen altında bulunur ve penis ucuna kadar devam eden idrar yolunun başlangıç kısmının etrafını sarar. Bu salgı bezinin ana işlevi, meninin sıvı kısmını oluşturmaktır.
Prostat büyümesi erkeklerde hangi yaşlarda görülür?
Genelde 40 yaşından sonra erkeklerde meydana gelen hormonal değişikliklerden sonra büyüme başlar. 50 yaşın üzerindeki her erkeğin yılda bir kere prostat muayenesi olması gereklidir.
Büyümüş bir prostatın belirtileri nelerdir?
Büyümüş bir prostat idrar yolunu sıkıştırarak idrarın akışını zorlaştırabilir. Ayrıca;
- Sık idrara çıkma
- İdrar akımında zayıflama
- Ani ve engellenemeyen idrara çıkma hissi
- İdrar akımında sorunlar ve kesilmeler
- İdrar kesesinin tam olarak boşaltılamaması
- İdrar yapmak için ıkınma ve zorlama
- İdrar yaparken ağrı veya yanma gibi belirtiler de vardır.
Prostat büyümesi tanısı nasıl konulur?
Prostat büyümesi ile ilgili tanı ilk olarak ultrason ile konulur. İyi ya da kötü huylu olup olmadığını ayırt etmek için ise PSA denilen kan tahlili gereklidir. Son olarak da doktor tarafından muayene yapılmalıdır.
Lazer Tedavisi nedir?
Yüksek güçlü bir lazer enerjisi iletilerek prostat dokusu hızlı bir şekilde ısıtılır ve dokunun buharlaştırılması sağlanır. Bu işleme, büyümüş prostat dokusu ortadan kaldırılana kadar devam edilir. Doğal idrar akışı sağlanmış olur ve idrarla ilgili yakınmalar çoğu hastada kısa sürede hafifletilir. lazer sistemi, en gelişmiş ve en güçlü Green Light lazer sistemidir. Bu sayede eskisine göre daha büyük prostat dokusu daha kısa sürede tedavi edilebilmektedir.
Lazer Tedavisinin avantajları nelerdir?
Daha az yan etki, daha kısa süreyle sondalı kalma, daha az ağrı ve hastanede daha kısa süre yatış gibi avantajları vardır; Kanama riskinin düşük olması (başka problemlerinden dolayı antikoagülan denilen kan sulandırıcı kullanan hastalarda ilaçlarını kesmeden uygulanabilen), idrar akımında hızlı iyileşme, %1’den az oranda ereksiyon (sertleşme) bozukluğuna sebebiyet veren ve günlük aktivitelere hızlı dönüş sağlaması etkili ve uzun ömürlü bir tedavi olması.
Box Teknik Soru Cevap
Box Teknik Soru Cevap
Çene Kemiği Erimesinde Mucize Tedavi
Diş eti iltihabı, uzun süreli protez kullanımı, diyabet gibi sorunlar sebebiyle
eriyen çene kemiği, devrim niteliğindeki Box Teknik yöntemiyle yeniden
yapılıyor. Dünyada yalnızca 5 klinikte uygulanan bu yöntem Türkiye ‘de
Tanfer Klinik uzmanlığıyla uygulanmaktadır.
Çene kemiği erimesi uzun zamandır tedavisi mümkün olmayan ve kişilerin
yaşam kalitesini düşüren bir sorundu. Çünkü çene kemiğinde erime olan kişilere
diş protezi yapılamadığı gibi, implant tedavisine de olanak sağlamıyordu.
Dolayısıyla genetik, yanlış beslenme, ağız hijyeninde eksiklik gibi birçok
sebepten kaynaklanan diş kayıplarının yerine yenisi yapılamıyor ve bu da sağlık
konusunda pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor, kişilerin yaşam kalitelerinde
büyük bir düşüşe sebep oluyordu.
Tüm bunlar Box Teknik yöntemiyle artık geride kaldı. Box Teknik ile çene kemiği
eriyen kişilere önce yapay çene yapılıyor, ardından da implant yöntemiyle eksik
olan dişler tamamlanıyor. Box Teknik ile yapay çene uygulaması dünyada
yalnızca beş ülkede yapılıyor. Amerika, Peru, İtalya ile birlikte Türkiye- İstanbul
da bu beş ülkeden biri. Ağız ve Çene Cerrahı Dr. Nihat Tanfer Box Teknik
yöntemini dünyada başarıyla uygulayan doktorların başında geliyor. Öyle ki,
derdine deva arayan sayısız hasta, Balkanlar’dan, Avrupa’dan ve hatta
Avusturalya gibi dünyanın diğer bir ucundan bile kalkıp İstanbul’a, Dr. Nihat
Tanfer’e gelerek tedavi oluyor ve yeniden gülebilmenin mutluluğuyla ülkelerine
geri dönüyorlar.
Çene Kemiği Neden Erir?
Dr. Tanfer, çene kemiğinin erimesinin başlıca nedenlerini şöyle özetliyor;
“Ağzının bir bölgesindeki diş veya dişlerini uzun zaman önce kaybetmiş
kişilerde, rezorbsiyon yani kemik dokusunda erime gerçekleşir. Eriyen kemik
dokusu bazen estetik sorunlar oluştururken, implant operasyonları için kemiği
yetersiz hale sokar ve hatta çeşitli sağlık problemlerine de zemin hazırlar. Uzun
zaman hareketli protez kullanan hastaların çene kemiklerinde erime görülür.
Travmaya bağlı olarak da çene kemiğinde kayıp olabilir. Diş eti iltihabı olan ve
diş eti hastalığı ilerlemiş hastalarda da dişi çevreleyen kemikte rezorbsiyonlar
görünür. Ayrıca diyabet de çene kemiği erimesine sebebiyet verebiliyor.”
Kaybolan Çene Kemiği Yeniden Yapılabilir mi ?
Evet , Hayvan kaynaklı kemikler özel tekniklerle laboratuar ortamında insan
kemik dokusuna uygun hale getirilir. Kaybolan çene kemiği bölgesine cerrahi bir
operasyonla absorbe olabilen PLA ( polilaktik asit) plakaları yerleştirilir, plakların
arasına hayvan kemiğinden elde edilen özel kemik greftleri ve aynı seansta
implantlar yerleştirilir.Kaybolan çene kemiğinin içerisine cerrahi bir operasyon
ile yerleştirilir.
Box teknik ile kaybolan çene kemiği nasıl yeniden yapılıyor ?
Box Teknik yönteminde, kaybolan kemik dokusu üç boyutlu olarak yeniden
yapılıyor.Dişlerini yıllar önce kaybetmiş ve protez kullanamayacak hale gelmiş
kişilere bile yıllar sonra yeniden sabit protez yapılabilir.Yöntem halen beyin
cerrahisi ve ortopedide kullanılmaktadır.Bu yöntemde ; eriyebilen ve doku ile
uyumlu polilaktik asit plakaları çene kemiğine yerleştirilir.Daha sonra hayvan
kemiğinden elde edilen kemik greftleriyle doldurulur.Bu uygulamadan altı ay
sonra sağlıklı kemik dokusu elde edilir.ve Hasta implant ile yeni dişlere sahip
olur.
Ne tür kemik kullanıyorsunuz ?
Sığır , Dana ve atların bacak kemikleri belli işlemlerden geçiriliyor.Sterilize
edilip kemik bankalarında korunuyor
Neden daha önce bu şekilde çene kemiği yapılamıyor du ?
Bundan öncede kemik yöntemleri uygulanıyordu ama box tekniğini
diğerlerinden üstün kılan şey ; hastanın vücüdunun başka bir bölgesinden kemik
alınmasına gerek kalmaksızın üç boyutlu kemik onarımının sağlanmasıdır.
Dünyada kimler bu tekniğin öncülüğünü yapıyor ?
Bu yöntem Amerika’da uygulanmaya başlanmış sonra ,İtalya’da geliştirilmiştir.
Bu teknik sadece implant yapılırken mi kullanılıyor ?
Hayır , Dişeti hastalığı nedeniyle dişlerinin etrafında kemik kaybı olmuş kişilerde
de uygulanıyor.
Hasta ne kadar zaman sonra yeni dişlerine kavuşuyor ?
6 ila 8 ay arasında… Operasyon sonrasında çeneye buz uygulanması sıcak
gıdalarla beslenilmemesi ve sigara içilmemesi gerekir.
Box teknik diş hekimliğine yeni bir katkı sağlayacak mı ?
Evet, özellikle kadınlarda 35 yaşından sonra çene kemiklerinde önemli sorunlar
olabiliyor.Diş eti hastalıkları sonucu da ortaya çıkan kemik erimeleri ; yüz
kaslarında çökmelere , çizgilere ve kırışıklıklara yol açılıyor.Bu operasyon estetik
diş hekimliğinde önemli bir aşamayı da kat ettiğimizi gösteriyor.
İnsanın çene kemiği neden kaybolur ?
Yanlış diş fırçalama ve diş ipi kullanımı bu soruna neden olabilir.İlk başta diş
etlerinde kanama ile diş eti iltihabı gelişir.Bu basit iltihap tedavi edilmezse ,
zamanla dişlerin etrafını saran kemik dokusu etkilenir ve çene kemiğinde
erimeler olur.
Ayrıca diş çekimlerinden sonra da çene kemiğinde erime meydana
gelebilir.Kötü yapılmış köprü protezlerinin bakımları da ihmal edilirse çene
kemiklerinde önemli ölçülerde kayıplar yaşanabilir.Öte yandan uzun yıllar
damaklı protez kullananlarda da kemik kayıplarına rastlanır.
Box Teknik Hangi Hastalara Uygulanabilir?
- Çene kemiğinde yaygın kemik kaybı olanlar,
- Uzun yıllar boyunca total protez kullanmak zorunda kalanlar,
- Geçirdiği bazı operasyonlar sonucunda kemik kaybı yaşayanlar,
- Bazı dişlerin çekilmesi sonucu kemik seviyesinin istenilen boyuta,
gelememesi nedeniyle estetik kaygı taşıyanlar, - Çene kemiği yapılandırılmadan implant uygulanamayacak kişiler.
Yeni Dişler İdeal Büyüklükte olacak
Dişlerini eskiden yaptırmış bazı sanatçılarda rastladığımız aşırı büyük dişler,
Box teknik ile doğal bir görünüme kavuşabilir mi ?
Evet , Kavuşabilir.Bu teknik sayesinde kaybolan kemik dokusu yeniden yerine
geldiği için , yeni yapılacak dişler de çok doğal olacaktır.50’li yaşlardan sonra
çok sayıda diş kaybının olduğu hastalarda çene kemiklerinin yok olması ,
hastanın protezlerini eskisi gibi kullanmasını engelliyordu.Buna bağlı olarak
porselen dişlerde çok iri ve büyük kalıyordu.Box teknik ile kaybolan kemikler
yerine konduğu için , dişlerin büyüklükleri de ideal ölçülerde olacak.
Operasyon ne kadar sürüyor ?
Operasyon süresi vakaya göre değişiyor.İtalya’da yaptığımız çalışmalarda
yaklaşık iki saat sürmesine rağmen , Türkiye’de yaptığımız ilk operasyon 50
dakika sürmüştü.
Hasta aynı gün işine ve sosyal hayatına dönebilir mi ?
Evet hastanın aynı gün işine ve sosyal hayatına dönmesine engel olan hiçbir
durum yoktur.Az miktarda ödem oluşma olasılığı vardır.Ancak genel anestezi
altında yapılan tüm çene rejenerasyonlarında hastanın bir gece hastanede
istirahat etmesi uygundur
Geçen 3 sene boyunca kaç hastada Box teknik tedavisi uygulandı ?
3 sene içinde 135 ve üzeri hastada başarı bir şekilde uygulanmış ve sonuçları
son derece başarılıdır.
Bu mutluluk vaat eden operasyon sonrası hastalarınız nasıl tepkiler veriyor?
Gerçekten, hekimliğin en güzel tarafı bu hastaların tedaviden sonraki
mutluluğunu görmek ve bundan haz almaktır.
Bir hastam ‘ bana yüz nakli yapsaydınız, ancak bu kadar mutlu olurdum; çünkü
tüm doktorlar bana sabit diş yapılamayacağını söylemişti, bunu siz başardınız ‘
dedi. Böyle ve benzeri ifadelerin beni ve ekibimi nasıl duygulandırdığını
anlatamam.
Sertleşme Bozukluğu SON DEĞİL!
Sertleşme Bozukluğu SON DEĞİL!
Sertleşme bozukluğu son yıllarda erkeklerde adını sıkça duyduğumuz bir hastalıktır. Her ne kadar yaşın ilerlemesine bağlı olarak ortaya çıktığı bilinse de artık gençlerde de görülebilen bir sağlık sorunudur. Gelişen teknoloji ile birlikte insan ömrünün uzaması erkeklerde sertleşme bozukluklarını da beraberinde getiriyor. Sertleşme bozukluğu hastalığı hakkında çok sayıda bilinçlendirme kampanyalarının yapılması insanların hastalıklarını dile getirmesi konusunda cesaretlendiriyor
“Sertleşme bozukluğu erkeğin tatmin edici bir cinsel ilişki için sürekli veya yinelenen yeterli penil sertleşmeyi en az 3 ay süreyle oluşturamaması ve/veya sürdürememesi durumudur. Tanı testleri, cinsel eşin ifadeleri tanıda yardımcı olsa da kişinin kendi ifadeleri esas alınır. Sertleşme bozukluğu yaşlanma sürecinin doğal bir sonucu olarak toplumun büyük kesimi tarafından kabullenilir. Epidemiyolojik çalışmalarda 40-70 yaş arasında %25-36 arasında orta ve ciddi düzeyde (tedavi gerektiren düzeyde) sertleşme bozukluğu görüldüğü rapor edilmiştir. Temel olarak organik ve psikojenik olmak üzere 2 ikiye ayrılır Kalp-Damar hastalıklar, egzersiz eksikliği, obezite (aşırı şişmanlık), sigara içiciliği, yüksek kolesterol ve metabolik sendrom genel risk faktörleridir. Diyabet (şeker hastalığı), yüksek tansiyon, kronik böbrek yetmezliği, kronik prostatit gibi alt üriner sistem hastalıkları, nörolojik kronik hastalıklar uzun süre bazı ilaçların kullanımı kronik uyuşturucu kullanımı, kronik alkolizm, psikolojik ve psikiyatrik sorunlar, hormonal bozukluklar olarak sayılabilir. Yaşlanma süreciyle hormonal, nörojenik (sinirsel) ve vasküler (damarsal) yaşlanmaya bağlı fizyolojik sınırlar içinde sertleşmede azalma oluşması görülebilir. Ancak orta ve ciddi düzeyde bir sertleşme bozukluğu mutlaka tıbbi olarak değerlendirilmelidir. Tedavide 3 basamak vardır. 1. basamakta oral (ağızdan kullanılan) PDE5İ (Fosfodiesteraz 5 inhibitörleri) hapları veya vakum cihazları kullanımı, 2. basamak penise ciltten intrakavernozal ilaç enjeksiyonu (aynı anda ağızdan ilaç kullanımı veya vakum cihazı ile kombine edilebilir) kullanımıdır. Bu iki basamak cerrahi dışı tedavi olarak kabul edilir. Bu iki basamak tedaviden cevap alınmaması ve hastanın uygun olması durumunda cerrahi tedavi (penil protez takılması) olan 3. basamak tedavi uygulanır.
SERTLEŞME BOZUKLUĞUNDA PROTEZ KULLANIMI
Sertleşme için kullanılan ilaç̧ tedavilerine cevap vermeyen veya mevcut sertleşme bozukluğu problemlerine kalıcı bir çözüm isteyen hastalar için cerrahi olarak penil protez yerleştirilmesi uygun bir tedavi seçeneğidir. İki tip penil protez mevcuttur: bükülebilir (semi-rigid), şişirilebilir (2 veya 3 parçalı). Çoğu hasta, doğala daha yakın ereksiyonlar sağladığı için 3 parçalı şişirilebilir protezleri tercih ederken, 2 parçalı şişirilebilir protezler daha az mekanik problem çıkarması ve uygulanması kolay olması dolayısı ile tercih edilebilir. 3 parçalı penil protez için bahsedilen parçalar; korpus kavernozum içine yerleştirilen bir çift şişirilebilir silindir, skrotum (hayalar etrafı) bölgesine yerleştirilen bir pompa ve alt karın bölgesine (idrar torbasının önüne veya yanına) yerleştirilen bir rezervuardan oluşmaktadır. 2 parçalı da ise karın bölgesine yerleştirilen rezevuar bulunmaz. Bükülebilir protezler ise sadece penis içine yerleştirilen, sadece bükülebilme özelliği olan bir çift silindirik yapıdan oluşurlar ve uygulandıklarında peniste sürekli bir sertlik sağlarlar. Bükülebilir protezler daha çok ileri yaşta ve daha az cinsel ilişkiye giren hastalar için uygulanmaktadır.
Protez ameliyatları sertleşme bozukluğu tedavileri içinde en yüksek oranda hasta memnuniyeti sağlayan (% 70-87) tedavi seçenekleri arasındadır.
Penil protez implantasyonu sonrası oluşabilecek ana iki komplikasyon, enfeksiyon (% 1-3) ve protezde meydana gelebilecek mekanik arızadır (%5’ten az). Enfeksiyon geliştiğinde protezin çıkarılması gerekebilir. Böyle bir durumda 6-12 ay sonra tekrar protez takılabilir.”
Vejeteryan ve Vegan Beslenme
Vejeteryan ve Vegan Beslenme
Vejetaryen beslenme, son yıllarda Türkiye ve Dünya’da gün geçtikçe yaygınlaşmakta olan, bitkisel kaynaklı beslenmenin temelini oluşturduğu, bir yaşam tarzı, bir hayat felsefesi olarak benimsenen ve etik bir yaklaşım olarak kabul edilen bir beslenme şeklidir. Vejetaryen ise, hayvansal kaynaklı besinleri, kırmızı et çeşitlerini, kümes hayvanlarını, deniz ürünlerini, süt ve sütten yapılan ürünleri, yumurtayı ve bu besinleri içeren ürünleri sınırlı miktarda tüketen veya hiç tüketmeyen kişidir. Vejetaryen bireylerin bu tip beslenme şeklini tercih etme nedenleri bakıldığında sağlıklı beslenme, ekonomik sebepler, dini inançlar, hayvan kesiminin önüne geçme, etik sebepler, dünyadaki açlık sorunları, ekolojik kaygılar gibi nedenler yer almaktadır.
Vejetaryen diyetler, düşük seviyelerde doymuş yağ, kolesterol ve hayvansal protein içerirken, yüksek seviyelerde karbonhidrat, diyet lifi, magnezyum, folik asit, C ve E vitaminleri, karotenoidler ve fitokimyasallar gibi antioksidanlar içermesi ile insan sağlığına birçok yarar sağlamaktadır.
Vejetaryen diyet türleri bireyin yeme alışkanlığına ve tüketilen ürün çeşidine göre pek çok sınıfa ayrılmaktadır.
Vejetaryen diyetlerin obezite, tip 2 diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, kemik sağlığı, kanser gibi birçok sağlık üzerine etkileri vardır.
Kırmızı et tüketimi, iskemik kalp hastalığı ve bazı kanser türleri gibi çeşitli kronik hastalıklar için artan risk ile ilişkiliyken, vejetaryen diyetin temel besin bileşenlerini oluşturan meyve ve sebzelerin, baklagillerin, rafine edilmemiş tahılların ve kabuklu yemişlerin bol miktarda tüketilmesi bazı durumlarda daha uzun ömür ve birçok kronik dejeneratif hastalık için daha düşük bir risk faktörü ile ilişkilendirilmektedir. Tip 2 diyabetli bireylerde vejetaryen diyetlerin tüketiminin HbA1c’de anlamlı bir azalma sağladığı bulunmuştur. Aynı zamanda bitkisel kaynaklı besinlerin tüketimi de bireylerde kilo kontrolüne yardımcı olmaktadır. Özellikle vejetaryen beslenme, bilinen kalp hastalığı veya kalp hastalığı riski taşıyan kişilerde, kardiyovasküler risk faktörlerinin iyileştirilmesinde ve kardiyovasküler olayların azaltılmasında büyük bir rol oynamaktadır. Ayrıca bitkisel kaynaklı besinlerin uzun zamandan beri kansere karşı korumada etkili olduğu düşünülmektedir ve vegan diyetin daha düşük bir kanser insidansı ile ilişkili olduğu belirtilmektedir.
Vejetaryen bireylerin günlük alınması gereken bazı makro ve mikro besin öğelerini, protein, demir, çinko, B12 vitamini, D vitamini, omega-3 yağ asitleri gibi yeterli miktarlarda alıp almadıkları ile ilgili soru işaretleri vardır.
Balık ve balık yağları kalp damar sağlığını koruyucu etki gösteren EPA ve DHA içermektedir ancak EPA ve DHA alımları vücut tarafından sentezlenemediği ve dışardan alınması gerektiği için veganlarda alımı hemen hemen hiç yoktur. Veganlar, DHA içeren mikroalg takviyelerinden ve DHA takviye edilmiş gıdalardan DHA alabilir ve EPA, DHA’nın vücutta geriye dönüşümünden elde edilebilmektedir. Süt ve süt ürünleri tüketmeyen veganların, diyetle önemli kalsiyum kaynakları olan badem, susam, tahin, tofu, kalsiyum takviyeli içecekler ve lahana gibi düşük oksalat içeren yeşil yapraklı sebzeler gibi uygun kaynaklardan yeterli kalsiyum elde etmelerini sağlanmalıdır. Tipik bir vegan diyet fitat açısından yüksektir bu nedenle yeterli miktarda çinko alımını sağlamak için tam tahıllar, baklagiller ve soya ürünleri gibi çinko açısından zengin gıdalar tüketilmelidir. Normal sebzelere göre 2 kat daha fazla protein içermesiyle en iyi bitkisel protein kaynaklarından olan mantar, vejetaryen bireylerin rahatlıkla tüketebileceği sebzeler arasında yer almaktadır.
Vejetaryenler ve veganlar tarafından tüm besin öğelerinin yeterli miktarda alımının olması için besin çeşitliliği sağlanmalıdır. İyi planlanmamış vejetaryen diyetler B12 vitamini düzeylerinin düşmesine yol açabilmekte ve özellikle B12 vitamini eksikliği, veganlar için potansiyel bir sorun oluşturmaktadır. Bu sebeple B12 vitamini takviyeli gıdaların veya suplementlerin kullanılması esastır. Sağlıklı ve besin değerleri bakımından yeterli ve iyi planlanmış vejetaryen diyetler, tip 2 diyabetin önlenmesi ve tedavisinde, kilo kontrolünde, metabolik ve kardiyovasküler olaylarda yarar sağlamaktadır. Uzun vadede sürdürülen bu tip beslenme şekli, sadece fiziksel sağlığa değil, aynı zamanda ruh sağlığında da istenilen şekilde gelişmeler sağlayabilmektedir.