COVID-19 Hakkında dikkat edilmesi gerekenler
Anal fistül nedir? Nasıl tedavi edilir?
Anal fistül nedir? Nasıl tedavi edilir?
Anal fistüllerde kendi kendine iyileşme gibi bir durum söz konusu değilidir. Bu düşünce ancak hastaya zaman kaybettirip durumun kötüleşmesine yol açacaktır. Ayrıca ilerlemiş fistül oluşumunun o bölgede cilt kanserini tetiklediği de ileri sürülmektedir.
Anal fistülün tedavisi cerrahidir. Antibiyotik tedavisi ancak destek amaçlı kullanılabilir, iyileştirici etkisi yoktur. Fistülün cerrahi tedavisinde fistül traktı denilen içinde iltihap bulunan bu uzun kanalın açılması ve kazınması işlemi gerçekleştirilir. Bu işlem sırasında anal sfinkterler de etkilenecektir. Bu etkilenmenin büyüklüğü, cerrahın deneyimi ve bilgisi ile ilişkilidir.
Fistül tedavi edilmezse ne olur?
Fistül bu durumda, yıllar içinde dallanıp budaklanarak gelişmeye ve yayılmaya devam eder, tedavi gittikçe zorlaşır. Bölgede sürekli devam eden iltihabi süreç, kanserleşmeye kadar gidebilir. Sürekli iltihaplı akıntı olması nedeniyle de, anüs civarında mantar gelişir, anal bölgede sürekli kaşıntı olur.
Anal Fistül Nedir?
Anal fistül makat iç yüzü ile makatın dışındaki cilt arasında iltihaplı kanal şeklinde anormal bir bağlantıdır.Tek bir kanal şeklinde olabileceği gibi ağaç dalı şeklinde birkaç kanaldan oluşabilir. Köstebeğin toprak altında yaptığı yolları da andırır. Ancak burada bu yolların geçtiği yerler çok önemlidir, çünkü bu bölgede fonksiyonları açısından insan yaşamında çok önemli kaslar vardır. Fistül bir kere meydana gelmişse, artık sürekli iltihap akacak demektir. Kendiliğinden düzelmesi çok nadirdir, mutlaka tedavi gerektirir.
Anal fistül sebepleri nelerdir?
Makat fistülü ve apsesinin en önemli sebebi anüsteki cilt altında ve adeleler arasındaki bezlerin iltihaplanmasıdır. Makat fistülü sebepleri şöyle sıralanabilir:
Akut ishal atağı, Yabancı cisim yada sert dışkılamanın yaptığı travmalar, İltihaplı anal fissürler, İltihaplanan anal hematomlar, Bağırsak parazitleri, Makattaki kıl kurtları, Crohn hastalığı, Ülseratif kolit, Tüberküloz, Bağırsak mantarları, Kanserler, Karın içi alt bölge iltihapları, Ciddi genital enfeksiyonlar
Anal fistül belirtileri nelerdir?
· Makatta ve çevresinde ağrı, şişkinlik
· Makatta kaşıntı ve yanma
· Oturmakta güçlük
· Makatta kızarıklık
· Makattan dolgunluk hissi
· Makat çevresinde kötü kokulu ve ya kanlı akıntı
· İç çamaşırda kirlenme
· Ateş
· Ağrılı idrar yapma
· Kabızlık
Fistül teşhisi nasıl konur?
Teşhis için muayene çoğunlukla yeterli olacaktır. Akıntının kesildiği zamanlarda veya fistül deliğinin makatın içinde kaldığı hastalarda bazı görüntüleme tetkikleri yapmak gerekebilir. Hastalığın yaygınlığı, fistül yolunun nereye gittiği, içerde bir apse odağı olup olmadığı yada başka bir hastalık sebebiyle fistül olup olmadığını belirlemek için MR ve kolonoskopi gibi bazı tetkikler yapılabilir. Eğer basit fistül ise, kolonoskopi yapılmayabilir. Ama tekrarlamış fistül ise veya altta yatan başka bir hastalık olduğundan endişe ediyorsak kolonoskopi yaptırmak yararlıdır.
Fistül Tedavi Yöntemleri
Anal fistüllerde kendi kendine iyileşme gibi bir durum söz konusu değilidr. Bu düşünce ancak hastaya zaman kaybettirip durumun kötüleşmesine yol açacaktır. Ayrıca ilerlemiş fistül oluşumunun o bölgede cilt kanserini tetiklediği de ileri sürülmektedir.
Anal fistülün tedavisi için mutlaka müdahale gerekmektedir bu müdahale cerrahi yada lasar ile yapılabilmektedir. Antibiyotik tedavisi ancak destek amaçlı kullanılabilir, iyileştirici etkisi yoktur.
Cerrahi Tedavi
Fistülün cerrahi tedavisinde fistül traktı denilen içinde iltihap bulunan bu uzun kanalın açılması ve kazınması işlemi gerçekleştirilir. Bu işlem sırasında anal sfinkterler de etkilenecektir. Bu etkilenmenin büyüklüğü, cerrahın deneyimi ve bilgisi ile ilişkilidir.
Ameliyat sırasında, anestezi altındaki hastanın makatı ekartör ile açıldıktan sonra, fistülün deriye yakın dış ağzından oksijenli su verilerek makatın iç ağzının yeri doğrulanır. Stile adı verilen özel metal tel yardımı ile de fistül traktının seyri belirlenir. Ardından ameliyat sonrası etkilenecek kas miktarı tahmin edilir ve ameliyat gerçekleştirilir.
Fistülün çok uzun olduğu durumlarda mukoza ilerletme flepleri, geç fistülotomi ve seton uygulaması gibi daha komplike cerrahi işlemler yapılabilir.
Çocuklarda Diş Problemleri
Çocuklarda Diş Problemleri
ÇOCUKLARDA DİŞ PROBLEMLERİNE YOL AÇAN FAKTÖRLER
Biberon çürüğü
Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni de biberon çürüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce yada uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir. Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir.Bebeğini gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önlenmeli. Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave edilmemeli . Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirilmeli. Biberonun yanı sıra ,emziklerin bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Dişler çıktıktan sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir.Biberon çürüğü görülen dişler tedavi edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir.
Parmak Emme
Parmak emme küçük yaşlarda sık görülen bir alışkanlıktır. Genellikle dört yaşına kadar kendiliğinden ortadan kalkar. Bu alışkanlığın daimi dişlerin çıktığı yaşlarda da sürmesi, bu dişlerde ve damakta yapısal bozukluklara yol açar. Bu bozuklukların nedeni parmağın ön dişlere ve damağa uyguladığı başınçtır. Alışkanlıktan vazgeçirmek için ;çocuk baskı altına alınmadan cesaretlendirilerek, ödüllendirilerek pozitif yönlendirilmelidir. Eğer her şeye rağmen 6 yaşına kadar alışkanlık kırılamamışsa diş hekimine başvurularak profesyonel yardım alınması gereklidir.
Tırnak yemek, kalem ısırmak
Tırnak yemek ya da herhangi bir şeyi ısırıp kemirmeye çalışmak, tırnaklarda olduğu kadar dişlerde de şekil ve pozisyon bozukluklarına, hatta aşınmalara sebep olabiliyor.
Fazla şekerli gıdalar
Çok fazla şekerli ve rafine gıdalarla beslenmek ağız içindeki asit seviyesini arttırarak çürük riskini oldukça yükseltiyor. Şekerli ve çokça işlemden geçmiş paketli gıdalar diş yüzeylerine kolaylıkla yapışıyor ve çok zor temizleniyor
Dişleri sert cisimlerle temasa zorlamak
Şişe kapaklarını açmak, iplik koparmak, çivi taşımak,, yemiş kabuklarını kırmak, çok fazla çekirdek yemek, buz ısırmak… Dişleri sert cisimlerle sürekli temasa zorlamak öncelikle mine tabakasında aşınmalara, çatlaklara, ciddi kırıklara, hatta diş kayıplarına varan sıkıntılı durumlara yol açabiliyor.
Asitli içecekler
Asitli içecekler mine tabakasını yumuşatıyor ve içerdikleri aşırı miktarda şeker nedeniyle ağız içinde çürük oluşumu için en uygun şartları sağlıyor. Bu nedenle asitli içecekler yerine asitsiz ve şeker ilavesiz meyve suları veya süt benzeri doğal içecekler tercih edilmeli.
Diş Gıcırdatma
Stress, agresif, takıntı veya sıkılgan kişilik yapıları ve ;anne-babası diş gıcırdatan çocuklar bu alışkanlığa daha eğilimlidir.Diş gıcırdatma dişlerde aşınma , yüz kaslarında ağrı , dişlerde sallanma ve hassasiyet sebebiyet verir.
Tedavisinde ; öncelikle psikolojik açıdan diş gıcırdatmaya yol açan faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılır.Bu başarılamaz ise , hastaya takıp çıkartılabilen bir gece plağı yapılır.
Varis Nedir?
Varis Nedir?
Bacağımızda ki yüzeysel toplardamarların genişlemesi, uzaması ve kıvrımlı bir görünüm alıp ciltten kabarık hale gelmesine varis denilmektedir.Sağlıklı bacak toplardamarları kanın kalbe dönüşüne yardımcı olmak için açılan ve kapanan kapaklara sahiptir. Kapaklarda hasar meydana gelmesiyle, kanın kalbe geri götürme fonksiyonu kısmen yitirilir. Bunun sonucunda oluşan göllenmeyle, toplardamarlar kıvrımlaşarak şişer ve ciltten kabarık bir hale gelir. İşte kabarık hale gelen bu oluşuma varis denir.
Bu durumun bacak iç kısımlarındaki derin venlerde olması ise derin venöz yetmezlik (iç varis) olarak bilinir. Varis hastalığının bulguları; genişlemiş damarlar, bacaklarda ağrı ve şişlik, bacaklarda ağırlık ve yorgunluk hissi, deri renginde değişme ve yaralar.
Varis, toplumda yaşı 20 ila 70 arasındaki insanların % 50’sinde bulunmaktadır. yaş ilerledikçe varis görülme riski artmaktadır. Kadınlarda görülme riski daha fazladır. Yaş, Cinsiyet, Sık hamilelik, Obezite, Aile öyküsü, Ayakta durulan meslekler birçok faktör venöz yetmezlik hastalığının varlığına katkıda bulunur.
Varis hastalığının tipleri nelerdir?
Derin venöz yetmezlik: Halk arasında ‘iç varis’ olarak bilinir. Bacağın en iç kısmında kemiğe yakın giden ana toplardamarlarda, kanın geriye doğru bacağa kaçması sonucu bacakta şişme ve ağrılar görülür. İlerleyen zamanla birlikte ayak bileği çevresindeki ciltte kalınlaşma, renk koyulaşması ve yaralar görülebilir.
Bacaklardaki yüzeyel toplardamarlarda kanın kalbe doğru değil de, geriye ayağa doğru gitmesi sonucu damarlarda genişleme, ciltten kabarıklaşma ve kıvrımlılaşma oluşturmasıdır.
Kılcal varisler:Cilt üzerinde ince, genellikle mor veya kırmızı renklerde görülen toplardamar genişlemeleridir. Derin veya yüzeyel toplardamarlarda yetmezlikle birlikte olabileceği gibi, sadece cilt seviyesinde de bulunabilirler. .
Varis Hastalığının Derecelendirilmesi
- Derece 1: 1-3 mm çapında ince varisler
- Derece 2: Çapı 4 mm üzerinde olan gerçek varisler
- Derece 3: Bacakta şişlik
- Derece 4: Ciltte kahverengi-siyah değişiklikler
- Derece 5: Cilt değişiklikleri ve ayak bileği çevresinde iyileşmiş yara
- Derece 6: Açık yara olması (hemen daima ayak bileği içi tarafında)
Varis ve Tedavi Yöntemleri
Variclose yöntemi varis ameliyatları için geliştirilmiş en pratik yöntemlerden biridir. Bu sistemin daha önceden kullanılan kapalı ameliyat sistemlerine göre pek çok üstünlüğü bulunmaktadır. Bu sistemde; lazer ve radyofrekans yöntemindeki gibi ısı enerjisi kullanılmadığından doku yanığı, cilt yanığı gibi komplikasyonlar oluşmaz. Bu sistemde tek bir iğne girişi kullanılmaktadır. Bu sayede hastaya işlem sırasında anestezi yapılmasına gerek kalmadan 10 dakika içerisinde işlem gerçekleştirilir. Hastalar günlük rutinlerini bozmadan tedavi olup yaşantılarına geri dönebilirler.
Hastaya tedavide konfor sağlıyor
- Genel ya da spinal anestezi gerektirmez.
- Teknik olarak laser ve radyofrekans sisteminden daha kolay uygulanır.
- Laser ve radyofrekansta oluşan ısıya bağlı deri, sinir hasarı ve uyuşma riskini tamamen ortadan kaldırır.
- Varis tedavisinde mükemmel sonuçlar sağlar.
- Hasta aynı gün işine ve günlük hayatına geri dönebilir.
- Tedavi sonrası deride leke ya da iz bırakmaz.
- Hasta işlem bittikten 30 dakika sonra ayağa kalkabilmektedir.
- Hasta anesteziye maruz kalmadan 10 dakika içinde işlem sona ermektedir.
- İşlem yapılan damar bölgesinde kalıcı olarak sertlik ve germe hissi olmaz.
Damar Içi Lazer Uygulaması: İşlem sırasında öncelikle bir iğne ile damarın içine girilmektedir. Ardından Dopplerultrason cihazı kılavuzluğunda öncü tel damarda uygun yere yerleştirilmektedir. Ardından lazer ışığı ile damarın içten tıkanması sağlanmaktadır.
Bu yöntem önemli avantajlara sahiptir. Öncelikle lokal anestezi altında yapılabilmektedir. İşlem ortalama 30 dakika-1 saat sürmekte, hasta 1-2 saat dinlendikten sonra yürüyerek evine gönderilmektedir. İşlem sonrası hareketlerinde herhangi bir kısıtlama gerekmemektedir.hasta 2-3 hafta varis çorabı giymelidir.
ABD ve Avrupa da her yıl onbinlerce hasta bu yöntemle tedavi edilmektedir.başarı oranı %95-%98 dir. işlem sonrası %20 hastada morarma,damarın seyri boyunda sertlik meydana gelebilir.kısa bir süre içinde genellikle düzelir
Damar İçi Radyofrekans:Yüksek frekanslı radyodalgalarını,damar içine yerleştirilmiş bir katetere göndererek damarın yüksek ısı ile içerden yakılması prensibine dayanır.bu yöntemle damar ısınır,büzüşür ve sonuçta kapanır.
bu işlemde lazer gibi lokal anestezi altında uygulanabilmektdir.iğne ile damara girilir.doppler ultrason eşliğinde kateter damarda ilerletilir.ve damar ısı ile tıkanırtaraftan da kateter yavaşça çekilir. Radyofrekans yönteminin yeni kateterlerinde her 7 cm için 20sn süre ile enerji verilerek kateter aşağı doğru çekilir. Bu sayede işlem 3-5 dakika sürer.toplam işlem süresi 30dk-1 saat arasıdır.sonrasında hasta1-2 saat dinlendikten sonra evine gitmektedir.
lazere göre başarı oranı daha yüksektir %98.-100.lazere göre daha az morarma ve ağrı görülmektedir.
Konservatif Tedavi: İlaç ve kompresyon tedavisini içerir. Varis hastalığını iyileştirmez fakat ilerlemesini durdurur ve yakınmaları azaltır.
Yüzeyel Lazer: 1 mm ve daha küçük varisler için epilasyon gibi dışardan lazer ışını ile kılcal damarın yakılması işlemidir. Cildin dışından verilen lazer ışınları ile çapı 1 mm altında olan toplardamar genişlemeleri yok edilebilir. Ancak daha geniş çaplı damarlar cilt dışından lazer ile tedavi edilmemelidir. Damarı kapatmak için gereken yüksek enerji ciltte yanıklara, renk değişikliğine ve parşömen gibi değişikliklere yol açabilir.
Skleroterapi (iğne tedavisi): Bacaktaki varislerin içine çok ince iğneler ile bir madde verilerek toplardamarın tıkanmasıdır.enjeksiyon yerinde hafif bir ağrı olabilir.anestezi ve cerrahi gerektirmez. Orta ve büyük çaplı damarlarda başarı şansı düşük olduğundan önerilmemektedir. Çapı 1-3 mm civarında olan varislerde kullanılabilir.işlemden sonra 2 gün elastic bandajla bacak sarılır.sonrasında 2-4 hafta varis çorabı giyilir.
Etki Mekanizması: Damar iç yüzeyindeki hücre tabakasını tahriş ederek bir çeşit iltihabi reaksiyon başlatarak damarın kapanmasını sağlar.
Yan Etkiler:İlaca karşı allerjik reaksiyon görülebilir.kanın ya da ilacın damar dışına kaçması sonucu ağrılı kızarıklık olabilir.sonrasında bazen koyu bir renk değişikliği kalabilir.bazen renk değişikliği yıllar sonra kaybolabilir.
Bir diğer sorun nadir de olsa damar içinde pıhtı olabilir.kaybolması zaman alabilir. Başarı oranı:%70-90 dır.bazen etkinliği haftalar sonra görülebilir
Köpük Skleroterapisi:Klasik olarak kullanılan ilac havayla karıştırılarak köpüklü ilaç elde edilir.bu sayede ilacın damar yüzeyiyle daha uzun sure teması sağlanır.ve ilacın etkinliği artar.ayrıca daha az ilaç kullanıldığı için daha güvenilirdir.
Işlemden sonra skleroterapide olduğu gibi bacak 2 gün elastic bandajla sarılır.sonras varis çorabı giydirilir. Yan etkiler, yapılan damarda veya daha derin damarlarda pıtı oluşması,renkdeğişikliği,bazen yara oluşması,morluk, ağrıdır.
Ameliyat:
Burada amaç dıştan görülen varislerin çıkartılmasının yanı sıra toplardamarların içinde yüksek basınca yol açan ve hemen daima kasık bölgesindeki kapakçıkların yol açtığı yetersizliğin giderilmesidir. Belden uyuşturalarak veya genel anestezi altında kasık ve diz altı bölgede küçük kesiler yapılır.kesilerdenierletilen özel bir tel ile hasta damar çıkarılır.bacak üzerinde görünen başka varisler varsa yapılan milimetrik kesilerden özel bir kanca ile damar dışarı çıkarılır.kesilen alanlar özel bantlarla ypıştırıldıktan sonar bacak elastic bandaja alınır.1 gün sonra elastic bandaj açılarak varis çorabı giydirilir.
Komplikasyonlar:Anesteziye bağlı komplikasyonlar olabileceği gibi ameliyata bağlı da olabilir.kanama,enfeksiyon,morluk,ağrı,ayak bileği ve diz çevresinde his kaybı,tekrar varis çıkması .
Varis ülseri ve kök hücre tedavisi:
Venöz ülser, bacak toplardamarlarındaki yetmezlik nedeniyle genellikle ayak bileği çevresi ve bacakta açılan yaradır. Halk arasında varis yarası olarak da bilinmektedir. Tedavisi zor ve zaman almaktadır.eskidenhiperbarik oksijen ile uzun süren tedavinin yerini kök hücre tedavisi ile kısaltmış bulunmaktayız.
Hastadan alınan kan özel bir yöntemle ayrıştırılır.kök hücreden zengin olan kısım yaralı bölgeye uygulanır.böylece yara iyileşme hızı 5 kat artar.ayrıca o bölgedeki kan akımı da artar.
Tedavi sırasında hastanede yatmaya gerek yoktur.işlem birkaç seans tekrarlanır.
Gözler Dünyaya Açılan Pencere
Gözler Dünyaya Açılan Pencere
Gözlerimiz nasıl çalışır;
Gözlerimiz etrafında olup bitenle ilgili pek çok bilgiyi alır beyine gönderdiği sinyaller sayesinde şekilleri,renkleri,dokuları ve hareketi görürsünüz.
Nasıl Görürüz;
- Nesnelerin üzerinden yansıyan ışık gözlere düz bir hat halinde ulaşır.
- Işık korneadan,pupilladan ve göz merceğinden geçer.
- Kornea ve göz merceği ışığı kırarak retina üzerine odaklamasını sağlar.
- Retina üzerindeki fotoreseptörler ışığı elektrik akımına dönüşmüştür.Elektirik akımı, optik sinirden geçerek beyne ulaşır.
- Beyin bu sinyalleri işleyerek görüntü oluşturur.
Gözlerinizi bir dakika kapatarak yaşamaya çalışın gözün önemini anlarsınız. Gözlerimizin ana işlevlerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz;
- Görmek; gözler ışığı beyne gönderilen elektirik sinyallerine dönüştürür, bu sinyallerde beyin tarafından görüntüye dönüştürülür.
- Göz Kırpmak; gözlerimizi her kırptığımızda göz yaşı bezlerinden tuzlu bir sıvı salgılanır, bu sıvı gözün yüzeyini temizleme ve gözleri nemli ve temiz tutma özelliğine sahiptir. üst göz kapağındaki kaslar göz kırpma hareketini kontrol eder.
- Ağlamak; protein,su, ve yağ içeren göz yaşı gözün üst dış kısmında bulunan bezler tarafından salgılanır. Reflex olarak salgılanan gözyaşı, gözleri duman , toz ve rüzgar gibi etmenlerden korur. Duygusal yaşlar mutluluğun veya hüznün göstergesidir. Hüngür hüngür ağlamanın vücuttaki toksinleride atmaya yardımcı olduğu varsayımlarda mevcuttur.
- Koruma; gözler dış darbelerden korunması için kafatasının içindeki iki çukura yerleşmiş durumdadır. kirpikler ve göz kapağıda gözleri tozdan ve kirden korur. gözlerin üzerinde bulunan kaşlar ise terin gözlere ulaşmasını engeller.
Bu önemli organımızın çocuklarda altı ayda bir, erişkinlerde senede bir muayenesi son derecede önemlidir.
Saygılarımla,
Uz.Dr M.Akif ÖZSOY
Deprem Fobisi
Deprem Fobisi
Deprem Fobisi ya da Seismofobi deprem ya da deprem ile ilişkili sallantı, elektrik kesintisi, duvarların ya da nesnelerin üzerine yıkılması gibi durumlara yönelik duyulan yoğun korkudur. Kişinin kendi deprem deneyimi sonrasında oluşabileceği gibi, sekonder yani başkalarının deneyimlediği depreme, deprem ile ilgili görsellere ya da hikayelere maruz kalma neticesinde de gelişebilir.
Gerçekleşmiş bir deprem deneyiminden sonra geliştiği durumlarda, olay öncesi yaşananlar depremin gerçekleşmesiyle ilişkilendirilebilir. Örnek olarak, bir kişinin elini yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladıktan sonra yatağa gittiği sırada deprem olduğunu düşünelim. Böyle bir durumda kişi uyumadan önce el yüz yıkama, diş fırçalamadan kaçınabilir ya da el yüz yıkama ve diş fırçalama dahi onun için kaygı verici eylemler haline gelebilir.
Bir takım faktörler kişileri deprem fobisine daha yatkın hale getirir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
- Deprem bölgesinde yaşıyor olma
- Nevrotik, kaygılı bir mizaca sahip olma
- Kontrol ihtiyacının yüksek olması
Deprem fobisi olan kişilerde:
- Depremi düşündüğünde yoğun korku hissi
- Saklanma isteği
- Kapalı bir alandaysa kendini dışarı atma isteği
- Nefes hızında artış
- Baş dönmesi
- Mide bulantısı
- Terleme
- Kapalı alanlardan kaçınma
- Yüksek binalara girmekten ya da etrafında olmaktan kaçınma
- Deprem ihtimaline karşı üst düzey önlemler alma çabası
gibi durumlar görülebilir. Bu durum kişilerin okul ya da iş devamlılığını, kişilerarası ilişkilerini etkileyerek yaşamlarını oldukça zorlaştırmaktadır.
Psikoterapi desteği ve gerekli durumlarda ilaç tedavisi deprem fobisinden muzdarip kişiler için iyileştirici olmaktadır. Bunun yanında kişilere deprem ile ilgili eğitim verilmesi, depremle ilgili hazırlıkların tam olması kişinin daha güvende hissetmesin sağlayabilir. Nefes egzersizleri ve meditasyon da kaygıyı azaltıcı yönü ile stres düzeyini azaltılmasında destekleyicidir.
Yaşlanan erkekte tek sorun prostat değil
Yaşlanan erkekte tek sorun prostat değil
Andropoz ve prostat hastalıkları arasında bir ilişki var mıdır?
Her iki durumda yaşlanma ana etken. Yaşlanan erkeğin dönüşen hormon dengesi prostatın büyümesine yol açıyor. Bazı erkeklerde prostat kanserleşiyor. Diğerlerinde ise büyüyen prostat idrar yolunu tıkayıp idrar şikayetlerine yol açıyor. Bu iki durumu birlikte değerlendirmek gerekir. Çoğunlukla prostat hastalığı tedavi edilirken andropoz bulguları göz ardı ediliyor. Oya bu iç içe geçmiş iki durum birlikte değerlendirilmelidir.
Andropozu nasıl tarif edersiniz ?
Andropoz; yaşlanma ve serum testosteron (T) düzeyinde azalma ile birlikte oluşan bir dizi semptomun eşlik ettiği biyokimyasal bir sendromdur. Andropozun; erkek menapozu, erkek klimakteri, yaşlanan adamda androjen yetmezliği, yaşlanan adamda parsiyel androjen yetmezliği gibi çok sayıda eşanlamlı adları bulunmaktadır. Andropoz erkeğin yaşam kalitesini etkilemesinin yanısıra, çok sayıda organ sisteminde de (Kas, kemik, bilinç ve glisemik kontrol) zararlı etkilere yol açmaktadır. Testosteron üretimi yaşlanan adamda giderek azalır. Andropozun belirtileri nelerdir?
Erkek T düzeyi 30 yaşından itibaren dekat (her 10 yılda 1) başına % 10 azalır. Elli yaşın üzerini aşan erkek T düzeyinin %25’ini kaybetmiştir. Yetmiş yaşından sonra ise % 50 oranında kayıp vardır.
Yaşam kalitesini nasıl etkiler?
Erkeğin kendini eskisi gibi enerjik hissetmemesi, entellektüel aktivitede azalma, kas kitlesi ve direncinde azalma, cinsel isteksizlik, erektil disfonksiyon, göbek çevresinde yağlanma artışı, kemik mineral dansitesinde azalma, uyku bozuklukları, vücut kıllanmasında azalma, cilt değişiklikleri, depresif ruh hali, glisemik kontrolde azalma, insülin direncinde artış ve metabolik sendrom riskinde artış yaşam kalitesini etkileyen belirtilerden başlıcalarıdır.
Androjen hormonunun cinsellikteki rolü nedir?
Genel olarak T hormonun cinsellikte yeri penil dokudan çok cinsel istek (libido) üzerinedir. Cinsellikle ile ilgili ana bulgu libido kaybıdır. Bunun dışında dolaylı olarak ereksiyon kaybına da yol açar. Genel olarak kabul edilen düşük T düzeyi <200ng/dl dir. Bu düzeyde T ve semptomların varlığı tanı için yeterlidir. Prostat kanseri T replasmanı için bir kontrendikasyon oluşturmamak ile birlikte replasman öncesi sonrasında rektal muayene ve PSA takibi esastır.
Andropoz tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?
Andropoz tedavisinde amaç düşük T’u yerine koymaktır. Replasman ağızdan, kas içine, cilt altına yolla yapılabilir. Seçim hasta ve hekim tercihine göre belirlenebilir. Kısa etkili cilt üzerine sürülen form T’nun sirkadien ritmini yakaladığı için tercih edilmelidir. Günümüzde en çok kabul gören yöntem cilt üzerine sürülen (jel, flaster) formlardır. Erkekte meme kanseri varlığında bu tedaviden kaçınılmalıdır.
İlaçların başarı tedavideki oranları nedir?
Uygun tanı ve T replasmanı ile birlikte yaşam kalitesinde artış, cinsel hayatın restorasyonu, bilişsel fonksiyonlarda düzelme, genel olarak iyi olma hali , glisemik kontrolde düzelme, kardiyovasküler riskte azalma gerçekleşmesi beklenmektedir.
Erkekte fazla testosteronun faydası olur mu?
Hayır, tersine zararı olabilir. Replasman sadece hormon düzeyi düşük olana erkeklere yapılmalıdır.
Cinsellik ömür boyu süren doğal bir içgüdüdür. Yaşlanma ile cinsellik sona ermez. Ortalam yaşam sürelerinin arttığı günümüz koşullarında uygun destekle sağlıklı yaşlılık ve cinsellik yaşamak mümkündür.
Prof. Dr. Serkan DEVECİ
Her 8 kadından biri meme kanserine yakalanıyor!
Her 8 kadından biri meme kanserine yakalanıyor!
Kadınlarda en çok görülen kanser türü olan meme kanserinde genetik nedenlerin yanında çevresel faktörler de etkili oluyor. Meme kanserinin kadınlarda görülme oranının 13 kadında birden 8 kadında bire yükseldiğini belirten Tanfer Sağlık Grubu Genel Cerrahı Prof. Dr. İlhan Sungur, 20 yaşın üzerindeki her kadının kendini ayda bir muayene etmesi ve 40 yaş üzerindeki kadınların da mamografi çektirmesi gerektiğini söyledi. Sungur, memede ele gelen her şişliğinin kanser olmadığının da altını çizdi.
Meme kanseri farkındalık ayı içerisinde olduğumuz bugünlerde, meme kanseri farkındalığının son yıllarda artmasıyla erken teşhis şansı artıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olarak bilinen meme kanseri ile ilgili olarak kadınların mutlaka kendilerini ayda bir elle kontrol etmesi gerektiğini söyleyen Tanfer Hastanesi Genel Cerrahı Prof. Dr. İlhan Sungur, “Memede ele gelen kitlenin büyüklüğü evre için önemlidir. İlk evrede genellikle 2 santimin altında küçük bir kitle olur. Fakat kitle küçük olup koltukaltına, kemiklere, kaburgalara yayılmış olabilir. Evresi zamanla tetkiklerle ortaya çıkar. Tedavide en iyi sonuç ilk evrede fark edilen hastalardan alınır.” dedi.
GÖRÜLME SIKLIĞI ARTTI
Meme kanserinin görülme oranı 13 kadında 1 iken, bunun şimdilerde 8 kadında 1’e yükseldiğini belirten Prof. Dr. İlhan Sungur, şöyle devam etti:
“Son dönemde kadınlarda meme kanseri görülme sıklığında ciddi bir artış var. Meme kanserinde genetik faktörler çok önemli. Bireyin ailesindeki kadınlarda meme kanseri varsa kendisinde de olma ihtimali diğerlerine göre daha yüksek oluyor. Ancak bu genetik risk genellikle birinci derece aile bireyleri ile sınırlı oluyor. Birinci derece aile bireylerinde meme kanseri olan kadınların kontrollerine çok daha fazla dikkat etmeleri gerekiyor. Genetik faktörler meme kanseri dışında yumurtalık, rahim ve kalınbağırsak kanserinde de oldukça etkili.”
Meme kanserinde genetik faktörlerin yanında çevresel etkiler ve yeme içme alışkanlıklarının önemli olduğuna işaret eden Sungur, “Hormonlu gıdalar ve fast food yiyecekler, dolayısıyla da fazla kilo ve obezite meme kanserine sebep olabilir. Kilolu bireylerin meme kanseri olma ihtimali yüksektir. Yağın östrojen tutma özelliği vardır. Östrojen de meme kanserinde önemli bir hormondur. Bunun yanında devamlı alkol tüketimi ve doğum kontrol hapları gibi hormon haplarını uzun süre kullanmak da riski artırır. Aşırı stres ve erken adet görmek ve geç menapoz gibi faktörleri de risk unsurları arasına eklememiz gerekir.” dedi.
ERKEKLERDE DE MEME KANSERİ GÖRÜLEBİLİYOR
Erkeklerde de meme kanseri olabildiğini söyleyen Prof. Dr. İlhan Sungur, ancak görülme sıklığının kadınlara göre çok daha düşük olduğunu ifade etti. Her yüz meme kanseri olan kadına karşılık meme kanserinin 1 ila 3 arası erkekte görüldüğünü belirten Sungur, “Erkeklerde meme küçük olduğu için genelde kitle çabuk fark edilir. Fakat erkeklerdeki meme kanseri kadınlara göre çok daha hızlı seyrediyor. Meme kanseri kadınlarda olur algısından dolayı genellikle erkekler bu konuyu ihmal ediyor.” dedi.
HER ŞİŞLİK KANSER DEĞİLDİR
20 yaşından sonra tüm kadınların her ay kendini muayene etmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. İlhan Sungur, “Ayna karşısına geçip ellerini serbest bir şekilde tutarak ve daha sonra da kollarını havaya kaldırarak memelerini kontrol etmeliler. Kitle, renk değişikliği veya herhangi anormal bir durum varsa mutlaka göze çarpar. Bir önceki aya göre kıyaslama yapmaları gerekiyor. Değişikliği fark edeceklerdir fakat her şişlik de kanser değildir. Bu şişliklerin genellikle sadece yüzde 10’u kanser oluyor. Yüzde 70-80’i ise kist oluşumuna işaret eder.” ifadelerini kullandı.
40 yaşından sonra her kadının mamografi yaptırması ve bunu her yıl tekrarlaması gerektiğine işaret eden Sungur, ancak eğer ailede daha önce meme kanseri olan varsa 40 yaşına kadar beklemeden kontrollerini yaptırılması gerektiğini vurguladı.
Prof.Dr.İlhan Sungur
Kronik Yorgunluk Sendromu
Kronik Yorgunluk Sendromu
Son zamanlarda grip olmadığınız halde sürekli başınız ve kaslarınız ağrıyor; her fırsatta dinlenmenize rağmen bir türlü kendinizi toparlayamadığınızı hissediyorsanız Kronik Yorgunluk Sendromu yaşıyor olabilirsiniz.
Birçok hastalıkla benzer özellikler gösterdiği için fark edilemeyen Kronik Yorgunluk Sendromu’nu, Tanfer Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Kanbur anlattı.
Bir takım teoriler olsa da kronik yorgunluk sendromunun nedeninin belli olmadığını dile getiren Uzm. Dr. Ahmet Kadri Kanbur; ‘Kronik Yorgunluk Sendromu bozuk bir bağışıklık sistem yapısından meydana gelen sinir sistemi inflamasyonudur. Özellikle 30-50 yaş grubundaki kadınlarda daha fazla görülen hastalığın semptomları grip ya da diğer viral enfeksiyonlara çok benzer. Kas ağrısı, aşırı yorgunluk ve baş ağrısı en sık görülen belirtileridir. En önemli nedeni strestir.’diye konuştu.
Kronik Yorgunluk Sendromu Belirtileri
- En az 6 aydır ne kadar dinlenirseniz dinlenin geçmeyen bir yorgunluğunuz varsa,
- Bu yorgunluğa baş ve kas ağrıları eşlik ediyorsa,
- Günlük aktivitelerinizi kısıtlayacak kadar ağrı çekiyorsanız,
- Egzersiz sonrası 1 saat içerisinde geçecek ağrılarınız 24 saat geçse de azalmıyorsa,
- Unutkanlık ve konsantrasyon problemleri yaşamaya başladıysanız,
- Kızarıklık, şişlik gibi Artrit belirtileri olmayan eklem ağrıları çekiyorsanız,
- Sersemlik hissi yaşıyorsanız,
- 5-8 saat uyumanıza rağmen uykunuzu alamıyorsanız,
- Sese, gürültüye, ışığa, çevresel faktörlere karşı aşırı duyarlıysanız,
- Ateşiniz çok olmasa da yükseliyorsa (38,3’ten daha az olan ateş),
- Boğazınızda ağrı ve yanma varsa, hekiminize başvurmanızda fayda var. Kronik Yorgunluk Sendromu yaşıyor olabilirsiniz.
Kronik Yorgunluk Sendromu ile Başa Çıkmanın İpuçları…
- Yorgun hissettiğiniz günlerde çok fazla egzersizden kaçının.
- Aktivite, dinlenme ve uyku zamanlarınız arasındaki dengeyi sağlayın.
- Büyük görevleri daha küçük yapabilir boyuta indirgeyin.
- Daha zorlu görevleri haftaya yayarak yapın.
- Derin nefes egzersizleri yapın.
Tanı ve Tedavi
Kronik Yorgunluk Sendromu için spesifik bir test yoktur. En az dört semptomun bir arada görülmesi gerekir. Özellikle çok uzun süreli nedensiz yorgunluk tanı koymada önemli rol oynar. Yapılan muayene ve testlerle olası sebepler dışlandıktan sonra tanısı konulan hastalığın semptomik ve kombine tedavisi gerekir. Tedavinin amacı semptomları azaltmaktır. Birçok Kronik Yorgunluk Sendromu hastasının tedavi ile düzelen depresyonu ve psikolojik bozuklukları vardır. Tedavi;
- Davranışsal terapi ve bazı hastalar için derecelenmiş egzersiz
- Sağlıklı beslenme
- Uyku yönetim teknikleri
- Ağrıyı, rahatsızlığı ve ateşi düşürecek ilaç tedavi
- Anksiyete için ilaç tedavisi
- Depresyon için ilaç tedavisi kombinasyonunu içerir.
Kronik Yorgunluk Sendromu yaşayan hastalar aktif bir sosyal yaşam için teşvik edilir. Rahatlama ve stres azaltma teknikleri kronik ağrı ve yorgunluğu azaltmaya yardımcı olabilir, fakat bunlar Kronik Yorgunluk Sendromu için esas tedavi yöntemi değildir. Orta dereceli fiziksel egzersiz de yararlı olabilir. Hekiminiz ne kadar aktivite yapabileceğiniz ve yavaşça bunu nasıl artırabileceğiniz konusunda size yardımcı olabilir. Eğer inatçı, sık yorgunluk hissediyorsanız hastalığın semptomları olsun ya da olmasın uzmanınızı arayın. Başka ciddi hastalıklarda benzer bulgular verebilir ve bunların dışlanması gereklidir.
Yeni doğum kontrol yöntemi: Implant
Yeni doğum kontrol yöntemi: Implant
Tıp dünyasında doğum kontrol yöntemi arayışlarının son ürünü olan ve kola yerleştirilen ”Implant” isimli çubuğun kadınları 3 yıl süreyle yüzde 100 gebelikten koruduğu bildirildi.Bir ilaç firması tarafından ”nexplanon 68 mg” adıyla üretilen ve 1999 yılında Hollanda, ABD, İngiltere, Fransa dahil 20’yi aşkın ülkede uygulanmaya başlayan yöntem, dünyada 1 milyondan fazla kadın tarafından kullanılıyor.Türkiye’de ise 2002 yılı Ekim ayından itibaren uygulanmaya başlayan yeni yöntemi, bu tarihten beri 5 bin kadın implant taktırdı. Yalnızca eğitimli uzman doktorlar tarafından 1 dakikada uygulanan ve fiyatı 232 milyon lira olan implant, birçok devlet, özel hastane, özel muayenehane ve Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması merkezlerinde uygulanıyor ancak resmi reçetede ödenmiyor.
3 YIL GARANTİ
Tanfer hastanesi Kadın Hastalıkları ve doğum Uzmanı Dr. İzzet Bahar; üst kolun iç bölgesine cilt altına yerleştirilen, ”progesteron” hormonu içeren küçük bir plastik çubuk olan implantın, her gün düşük miktarlarda hormon salgılayarak 3 yıl boyunca gebeliği önlediğini belirtti. Dr. İzzet, bu yöntemle doğum kontrol haplarıyla alınan günlük hormon miktarının yaklaşık yüzde 25’i oranında hormon alımının sözkonusu olduğunu bildirdi. Yeni yöntemin istendiği anda çıkarılabileceğini, ancak 3. yılın sonunda mutlaka çıkarılması gerektiğini söyleyen Dr. İzzet, çıkarıldıktan sonraki birkaç gün içinde implantın salgıladığı hormonun vücuttan atıldığını ve doğurganlığın 1 hafta içinde geri döndüğünü kaydetti
ADET DÜZENİ DEĞİŞEBİLİR
Implant yerleştirildiğinde yumurtlamayı engellediği için kadınların her ay düzenli adet görmeyebileceklerini ifade eden Dr. İzzet, ”Araştırmalarda ve Türkiye’deki kullanımda hiç gebeliğe rastlanmadı. Bu yüzden yeni implant şimdiye kadar kullanılan en etkin yöntem olup dünyada 1 milyondan fazla kadın tarafından tercih edilmekte” diye konuştu.
AVANTAJLARI
Dr. İzzet; implantın, yerleştirildiği ilk günden itibaren koruma sağlaması, 3 yıl süreyle gebeliği önlemesi, günlük kullanım ya da hatırlama gerektirmemesi gibi avantajları bulunduğunu anlattı. Buna karşın, implant kullanımında adet düzeninin değişebileceğini,adet kanamalarının azalabileceğini veya her 5 kadından 1’inin hiç adet görmeyebileceğini belirten Dr. İzzet, şunları söyledi: ”Adet görülmemesi kesinlikle gebelik korkusuna sebep olmamalıdır. Bazı kadınlarda doğum kontrol hapı kullananlarda olduğu gibi baş ağrısı ve akne gibi yan etkiler görülebilir. Ayrıca bu tür ilaçlarda rahim içi adet görmeye hazırlanmadığı için kadınlarda adet öncesi yaşanan gerginlik, sıkıntı ve sinirlilik daha az görülür ve adet ile dışarı atılan kan miktarı azalır. Bu durum kansızlık problemi yaşayan kadınlarda kan değerlerinin yükselmesini sağlayabilir. Bu yöntem, kolay, rahat, son derece etkinliği yüksek, uzun süreli,güvenilir, istendiği anda geriye dönüşümlü bir doğum kontrol yöntemini kullanmak isteyen ama kanama düzenindeki değişiklikleri de kabul edebilen kadınlar için yeni bir seçenektir.” Emziren, yeni doğum yapan kadınlar, diğer koruma yöntemlerinden memnun olmayanlar veya şeker hastaları, sigara içenler, kalp ve damar hastaları gibi diğer yöntemleri kullanamayanların bu yöntemi rahatlıkla kullanabileceklerini kaydeden Dr. İzzet, yeni yöntemin, şu kişilerce kullanılmaması gerektiğini kaydetti: ”- Gebe ya da gebelik şüphesi olanlar, – Ciddi ve aktif karaciğer hastalığı olanlar,- Tanısı konulmamış vajinal kanaması olanlar, – İmplant bileşenlerine alerjisi olanlar, ” Implant’ı, uygulaması konusunda eğitim almış olan en yakın hekime ulaşarak taktırılabileceğini söyleyen DR İzzet, implant ve hormon içermeyen rahim içi araç (spiral) kullanan kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda kilo alımının her iki yöntemde aynı olduğunun bulunduğunu bildirdi.